Önce, bugünkü yazımın başlığı olan, “Şerbeti Hoşaf Gibi İçilmez yahu!” deyişinin kısa bir açıklamasını yapmak istiyorum. Bu yazı başlığını ‘düz mantık’ ile ele alırsak, mecazi tarafına bakmazsak, 'şerbet bardaktan, eskilerin deyimi ile kupadan içilir. Hoşaf ise, çanaktan, tastan kaşık ile veya çanağı ya da tası ağza dikilmesi suretiyle içilir.' Elbette, bu işin görgüsünü ‘beşeri kaidesini’ yani ‘sosyal kuralını’ bilmeyenler, ‘hoşafı şerbet gibi, şerbeti hoşaf gibi’ içmekte herhangi bir sakınca görmezler!
Siyaset; Türkiye’de, bazı dönemlerde ve süreçlerde hatta bugünlerde de “kuyuda soğutulmuş, üstelik beleş bulunan hoşafın, şerbet gibi içildiği zamanlara tanıklık etmiştir. Beleş bulduğunu, fütursuzca, hesapsız, kitapsız ve tedbirsiz biçimde, üstelik saygısızca nasıl olursa olsun, bitir ve tüket!” mantığıyla gerçekleşen bu tür eylemler sonucunda, ülkemizde, 'toplumsal dinamizm, moral açısından çöküntüye uğratılmış, toplum heyecanını yitirmiş ve medeni genleri maalesef ortadan kalkmış, kaldırılmıştır..'
Tıpkı, basit, neşeli bir çocuk oyunu olan, Birdirbir' in hileye başvurulduğunda, sakıncalı ve hatta tehlikeli bir oyuna dönüşebileceği örneğinde olduğu gibi; hoşaflar şerbet gibi içildiğinde, yukarıda sözünü etmeye çalıştığım, 'genel ahlaka ve etiğe mugayir vaziyetleri' ortaya koymaktadır. Türkiye’nin siyasal açıdan, kendi kendini çokça kandırdığı, 90’lı yılların ikinci yarısında yani 1997 veya 98 yılların Balıkesir şehrinde yakın zamanda yıkılıp yenisi yapılan Anafartalar caddesi üzerindeki Özel İdare İşhanı çatı katında bulunan ve o zamanlar alkollü içki servisi de yapılan restoranında, muhafazakar kimliği, epeyce ön plana çıkartılan bir siyasi partinin il kongresi yapılıyordu. Kürsüde, muhafazakar olduğu, bilhassa üzerine vurgu yapılarak belirtilen, bir siyasi partinin Genel Başkan Yardımcısı olan milletvekili bir zat-ı muhterem, coşku ve heyecanla, bağıra bağıra, 'Allah, kitap, mukaddesat, maneviyat’ kısacası kutsal değerler üzerine coşkulu bir nutuk atarken, aynı salonun ayrı bir köşesinde, bir masaya kurulmuş vaziyette söz konusu o muhafazakar siyasi partinin, aralarında eski bir milletvekili de olan yöneticileriyle, yani ‘A Takımı’ denilebilecek isimleri, keyifle viskilerini yudumluyorlar, yanında, salondaki parti delegelerine kumanya olarak dağıtılan lahmacunlarını afiyetle yemekle meşgullerdi. Bir taraftan bir lahmacunu iki ısırıkta midesine indiren ve üzerine kola karıştırılmış viskisini yudumlayan, Balıkesir’in, o zamanların anlı şanlı siyasetçilerinden olan bir zat, biraz uzaktan onları şaşkınlık ve ibretle izlediğimi görünce, beni de masalarına davet ederek, şunları söyledi; “birader, kolalı viskinin yanında bol soğanlı lahmacunlar iyi gidiyor. Ağzımız viski kokacağına, bol soğanlı lahmacun koksun yahu! Ne çıkar bundan.” Alkol oranı en yüksek içkilerden olan viskiden, ağzına kadar iki bardağı kola ile karışık aceleyle içen ve yanında üç, dört tane de, bol soğanlı lahmacunu midesine indiren, gayet şişman haliyle bilinen o siyasetçi zat-ı muhterem(!) daha sonra, devam etmekte olan partisinin kongresinde, kürsüye gelerek, daha önce, partisinin Genel Başkan Yardımcısı ve aynı zamanda milletvekili olan diğer ismi gibi, 'Mekke’yi Medine’yi yeniden fethedecekmişçesine!' hamaset dolu maneviyat ve mukaddesat nutukları atmaktan asla çekinmedi, biraz olsun utanmadı, yüzü bile kızarmadı!. Sözünü ettiğim, o siyasi parti, bugünün siyaset dünyasında yok, izi bile kalmadı. Bahsettiğim o siyasi partinin, geçmişteki, o güzide siyasetçileri de bugünlerde ya siyaset sahnesinden silindiler, ya da mevcut ve güncel siyasetin, muhafazakar dünyasında, memleketin iktidarını elinde bulunduran, partinin kıyısında ve köşesinde, siyaset yapabilme uğruna, umutsuzca cebelleşiyorlar, sözüm ona boy gösteriyorlar, güya eski saltanatlarını kısmen de olsa sürdürmeye çalışıyorlar. Çünkü onlar zamanında 'beygir olup tepmeye, arı olup sokmaya çok alıştıkları için şimdi de ampul olup yakma, ok atıp hedefi vurma' çabası içine girmişlerdir, düşüncesindeyim. Buraya kadar tamam, anlaşıldı herhalde. Şimdi, başa dönelim, dilerseniz! Bugünkü yazımın başlığında, 'Şerbet hoşaf gibi içilmez yahu!' derken, laf olsun, diye boşuna bir kelam etmedim. 'O başlığı, ilginçlik olsun, okuyanların daha fazla ilgisini çeksin, merak uyandırsın' diye atmadım! Aslında ben, bir şeyleri, daha doğrusu önemsenmesi gereken çok şeyleri anlatmaya çalışıyorum. 'Birdirbir' adlı çocuk oyununun, hileye başvurulduğunda, tehlike arz edebilecek bir oyuna dönüşebileceğini gerçeğini anımsatırken; ben aslında, 1980’lerin ikinci yarısıyla, 1990’lı yılların tamamında, 'tatlı su kurnazlığıyla hileye başvuran' ve dolayısıyla o kurnazlık sayesinde beraberinde getirdiği tehlikeleri, etrafındakilerin fark etmediğini zannedenlerden bahsediyordum. Bugünlerde de aynı endişeleri taşıyor, aynı tehlikeleri sezinliyorum!
Bilmem, bu sefer anlatabildim mi ve bilmem sizler anlayabildiniz mi?..
Yorum yapın