ŞEHİR VE İNSAN KENT VE YAŞAM

Şehirler ya da bir başka deyişle kentler, daha eski adıyla polisler, uygarlıkların merkezleri konumundadır. Yeme içme olanakları, istihdam ve eğitim olanaklarıyla, sosyal ve kültürel zenginlikleriyle hepimizin gönlünde yer etmiştir. Aksini söylemek pek doğru olmaz. Hızını biraz azaltsa da kırsaldan şehirlerimize göç halen sürmektedir. Aynı zamanda çarpık kentleşmenin doğal sonucu olarak araç sayısı kontrolsüz biçimde arttığı için kentlerde trafik sorunu da kat be kat artmaya devam ediyor. Lüks denilebilecek semt ve mahallelerle şehrin kenarındaki varoşlar arasında yaşanan eşitsizlik ve suç oranları da artış içindedir. Dolayısıyla kullanılan su, enerji ve havanın da kalitesi düşmektedir. Bu durumdan yani şehirlerimizin genel halinden acaba memnun muyuz? Şehirlerimizin olumlu yönleri, olumsuz yönlerine katlanmaya değer mi? Şehirlerde yaşamak mantıklı mıdır? Bu soruları herkes kendine göre mutlaka yanıtlamalıdır. Tüm bunların yanında ve hatta ötesinde bir başka olasılık ve seçenek daha vardır. Neden şehirlerimizi daha yaşanası, daha kaliteli hale getirmiyoruz, getiremiyoruz? Bu konulara kafa yoranların yani işin uzmanlarının kısaca üç önerisi vardır: Birincisi gri yerine yeşil. İkincisi motor yerine kas gücü. Üçüncüsü ise kural koymak yerine oyun kurmak. Böyle çok kısaca ifade edince bir şey anlamayanlar için konuyu, getirilen öneriyi biraz detaylandırayım o zaman..

Gri yerine yeşil nasıl olacak? “Şehirlerimiz hızla betonlaşıyor. Oysa her binanın yapıldığı yer aslında toprak zeminde. O toprağın üstündeki yeşillik bizim için aynı zamanda oksijen kaynağıdır. Yani Toprağı yani yeşili yok ederken aynı zamanda kendi kendimize ciğerlerimizi de yok ediyoruz. Asla böyle olmak zorunda değildir. Binaların çatıları yeşil olabilir. Az bir toprakla, binalarımızın çatıları oksijen ve gıda üretebilir. Bina sakinleri için oyun bahçesine, parka dönüştürülebilir. Binanın çevresinde de yeterince yeşil alan olmalı ve kullanılmalıdır. Hatta sadece çimlendirilmemeli, meyve ve sebze üretimine sunulmalıdır. Mahallelerde sitelerde yaşayanların yerel ve sağlıklı besin seçenekleri olmalıdır. Bu şekilde çocuklarımız meyve ve sebzelerin nerede, nasıl, hangi mevsimlerde yetiştiğini de öğrenmiş olurlar. Bilmem anlatabildim mi?. 

İkinci seçenek; Motor yerine kas gücünü kullanmak; Atalarımız bizden daha çok hareket ediyorlar, daha çok bedensel aktivitede bulunuyorlardı. Farklı nedenlerden ötürü bugün insan ömrü uzasa da hastalık çeşitleri ve yaygınlığı da artıyor. En büyük ama en sessiz salgınlardan biri obezite hastalığıdır. Toplumun yüzde 10’undan fazlası hatta yüzde 20’ye yakını aşırı kiloludur. Bu beraberinde pek çok hastalığı tetiklemektedir. Ama böyle olmak zorunda değil. Daha çok toplu taşıma kullanılsa, şehirlerimiz bisiklet ve yürüme yollarına kavuşsa, insanların spor yapması teşvik ve takdir edilse yaşam kalitesine çok ciddi katkıda bulunuruz. İnsanların arabalarıyla işten eve, evden alışverişe gitmeleri, her siparişlerini başka bir motor kuryeyle çözmeleri yerine, biraz daha mahalleye çıkmak, yürüyüş yapmak, toplu taşıma araçlarını kullanmak, hepimize çok iyi gelecektir. Gelelim öneri olarak getirilen üçüncü seçeneğe yani Kural koymak yerine oyun kurmaya..

Toplumda ve özellikle şehirlerimizde çok fazla kural oluşmaya başladı. Yasakların sayısı da artıyor. “Çimlere basmayınız, buraya girmeyiniz, şuraya oturmayınız, şunu söylemeyiniz, bunu yapmayınız” gibi sayısız yasak, hayatımızı zorlaştırıyor, özgürlüklerimizi kısıtlıyor, engelliyor. Böyle olmak zorunda değildir. İnsanın motivasyon kaynakları vardır. Bunlara yönelik tasarımlar yapılabilir. Son yıllarda “oyunlaştırma” isimli bir yaklaşım ortaya çıktı. Birtakım ciddi işleri oyun haline getirmek, insanların oyun içgüdülerine hitap ederek aslında onlara birtakım görevleri yaptırmak, birtakım kuralları uygulamak içindir. Sonuçta şehirlerimizde insanca yaşamak istiyorsak, şehirleri kendi hallerine veya kötü yönetimlerin eline teslim edemeyiz. Şehirleri yaşanası kılmak için hepimiz katkıda bulunabilir, bilinçli ve güzel tercihler ortaya koymalıyız!..