SEÇİMLER YAKLAŞIRKEN

14 Mayıs’ta gerçekleştirilecek cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği genel seçimlerine bugünü saymazsak tamı tamına 47 gün kaldı. Epeyce yaklaşan seçimler nedeniyle ilkesel genel bir bakışı partiler ve adaylar üzerinden öngörü ve yorumlarla sizlerle paylaşmanın yararlı olacağını düşündüm. Seçimler yaklaşırken izliyor ve gözlemliyorsunuz; Siyasi partiler daha önceki seçimlerde olduğu gibi, kamuoyunda bilinen, sevilen isimleri aday göstererek, seçmenin dikkatini çekmek, oylarını artırmak isterler. Spor, kültür, sanat, bilim dünyasından tanınmış kişilere aday listelerinde yer açarlar. Bu kez de öyle olacakmış gibi görünmektedir. Ancak ülkemizin siyasal seçimler tarihi göstermiştir ki, bu gibi ünlü isimler, beklenen oy artışını beklenen oranda sağlayamaz, sağlamazlar. Dahası, eğer ünlü isimler, bürokrasiden gelen isimler, diplomat kökenli isimler, partili isimlerle uyumlu şekilde aday gösterilmez, listedeki denge gözetilmez, parti dışından gelen popüler kişilerle parti örgütünden yetişen örgüt emekçileri arasındaki tam anlamıyla uyum sağlanamaz ise istenmeyen sonuçlar da alınabilir. Bunun örnekleri epeyce çoktur. Bu türden yapılan ve yapılacak olan tercihlerin başka sakıncaları da vardır, olacaktır. Bu sakıncaların en başta geleni de ideolojik tutarlılıkla, politik berraklıkla, sınıf bilinciyle ilgilidir. Sırf tanınmış bir şarkıcı, türkücü, sahne sanatçısı, sporcu, televizyon yorumcusu diye, partinin tarihsel kimliğiyle, siyasal yönelimiyle, ideolojik çizgisiyle, toplumsal tabanıyla, sınıfsal tercihleriyle ilgisi olmayan, hatta bunlarla mesafeli olan isimleri aday göstermek, politik açıdan da sorunlu yaklaşımlar ve tercihler olacaktır, kaçınılmaz olarak..

Bu işin bir de adaylara ilişkin boyutu vardır. Hayatı boyunca karşısında yer aldığı, hiç oy vermediği, aleyhinde konuştuğu bir siyasi partinin teklifine olumlu yanıt verip, aday olmak, sadece bir siyaset meselesi değil, aynı zamanda bir karakter, ahlak, kişilik meselesidir. Ne var ki ilkeli olmanın nadir rastlandığı siyasal yaşamımızda, sağdan sola, soldan sağa dönüp duran çok sayıda siyasetçiye rastlanır hem iktidar da hem de muhalefet kanadında elbette..

O nedenle ilkesel ölçekte bakıldığında ki bakmak gerekiyor; Siyasal Parti, en basit tanımıyla, toplumun sorunlarını saptayan ve bunları çözmek için çareler üreten bir kurumdur. Sorunları çözerken ideolojik temelli yol gösterir. Aynı zamanda, lider ve kadro yetiştiren bir okul işlevi görür. Dünyada siyasete yönelik ilginin, siyasi partilere olan güvenin azaldığı, Batı ülkelerinde seçime katılım oranlarının çok düştüğü, siyasetin finansmanının, siyasetçilerin her türlü güç odağıyla ilişkilerinin sürekli sorgulandığı günümüzde, bu sorunları aşmak için, siyaseti toplumsallaştırmak, toplumu da siyasallaştırmak gerekir, diye düşünüyorum. Ancak bu yol zor, çileli, engebeli bir yoldur. Hele ki ilkesel tutarlılık içinde olan sol partiler için daha zor bir yoldur. Çünkü sol partiler emek, eşitlik ve dayanışma toplumu yaratmaya çabalarlar. O nedenle ancak dayanışma toplumu sosyal hukuk devletinde vücut bulabilir. Dayanışma ilkesi için dayanışma kurumu, dayanışma kültürü gerekir. Bu da örgütlü toplumu zorunlu kılar. Hedefi de laik, demokratik, sosyal hukuk devletini tam anlamıyla yaşama geçirmektir. Çünkü sermayenin tahakkümüne karşı emeğin, bireyin, yurttaşın özgürlüğü bu sayede sağlanır. Dayanışma toplumu, haz için değil, hak için yaşayan insanlardan oluşan toplumdur. Yalnız ve ancak bu yolla özgür birey, örgütlü toplum, demokratik devlet kurumsallaşır. O nedenle siyasal partilerin üye ve örgüt temelli olması, devletin de yurttaş ve hukuk temelli olması için zorunludur. Siyasal yaşamımızdaki en büyük eksiklik ise budur, kanısındayım..