2024 yılına girer girmez en önemli konumuz elbette 31 Mart 2024 yerel seçimleri olmuştur. Yılbaşından önce konuşulmaya başlanan gazetelerde, televizyonlarda bu konuyla ilgili haberlerin, yorumların ardı arkası bir türlü kesilmiyor. Bu yönde haberlerin hangisi yanlış, hangisi doğru karar vermekte zorlanıyoruz elbette. Ortaya çıkan veya açıklanan adaylar; şimdiye dek yapılanları, yapılmayanları, yapacaklarını hep anlatıp duruyor. Seçimden seçime hatırlanan sessiz çoğunluğun bireyleri olarak bizler de bu durumda ister istemez güncel siyaset gündeminin tam ortasında buluyoruz kendimizi ister istemez!.. Elbette bütün bunlar olacaktır. Seçilecek kişinin siyasi görüşü, kişiliği, yaptıkları yapacakları dikkate alınacak, ona göre tercihler yapılacak ama sadece bunlar yeterli midir? Yeterli değildir elbette. Çünkü seçimlerde sandık başına gittiğimizde verilecek her bir oy hepimizin geleceğini doğrudan etkileyecektir. İşte tüm bu nedenlerle en temel vatandaşlık hakkımızı kullanırken enine boyuna iyice düşünüp kararımızı vicdan süzgecinden geçirmemiz gerekmektedir. Öyleyse, kılı kırk yararcasına düşünüp karar vermenin tam da zamanıdır, diye düşünüyorum. Bu da biz seçmenlere epeyce ağır bir sorumluluk yüklemektedir. Özellikle son yıllarda yaşadığımız acı deneyimler sonucu kaçınılmaz olarak içine düştüğümüz şu karamsarlıktan bir an önce kurtulmalıyız. Yani “Boş ver abi, kim gelirse gelsin, nasıl olsa değişen bir şey olmayacak!” gibisinden klişeleşmiş düşüncelerden uzaklaşmalıyız. Bu arada hemen şunu da belirtmekte yarar görmekteyim; Tüm bunları yazmamın, dolayısıyla dile getirmemin amacı kesinlikle kimseye akıl vermek değildir. Aksine yok olmaya yüz tutan umutlarımızı az da olsa yeşertmeye diri tutmaya çalışmaktır. Çünkü toplumu saran bu kasvetli karamsarlık havası her geçen zaman daha da artmaktadır maalesef!..

Anımsayınız lütfen; Son birkaç yıl içinde hem ülkemizde hem dünyada yaşanan felaketler, yaşamımızı altüst etmekle kalmadı umutlarımızı da yok etti gibi bir havanın egemen olmasına neden olmadı mı? Corona salgınıyla birlikte, geçen yıl yaşadığımız 6 Şubat depreminin acıları yüreklerimizde hâlâ tazeliğini korumaktadır Bu nedenle, ileriye dönük beklentilerimiz asla kişisel olmamalı tüm toplumu kapsamalıdır, diye düşünüyorum. 31 Mart’ta sandık başına gittiğimizde oyumuzu kullanırken bulunduğumuz yerleşim yerinin temel sorunlarını mutlaka dikkate alınmalı, ufku geniş, vizyon ve liyakat sahibi aklı başında yöneticiler işbaşına getirmekten yana tercihimizi kullanmalıyız. Sandıkta tercih edilecek yöneticiler, özellikle de “Eşimi dostumu belediyeye nasıl yerleştirebilirim, nasıl kayırmacılıkla adam kollamacılık ve partizanlık yaparsam yerimi sağlamlaştırırım” anlayışında olmayan aksine tüm bunlara son verecek cesareti gösterebilecek, işsizlik gibi bu toplumun temel sorunlarından biri olan sorunlara çözüm üretebilecek yaklaşımlar sergileyebilecek isimler tercih edilmelidir. Seçimlerde bu anlattıklarım asla göz ardı edilmemelidir. Ancak sadece bunlar sorunlara kesin çözüm yolu değildir. Bu seçimlerden yana toplumun beklentileri çok fazladır, ancak toplumu yakından ilgilendiren sorunların çözümünde yerel yönetimlerin özellikle ‘deprem’ gibi doğal felaketler konusunda daha net ve şeffaf olmaları her vatandaşın en büyük arzusudur, diye düşünüyorum. Bu tür işlere gönül vermiş bilim insanları ve de uzmanlar; “Her an deprem olabilir” diye hemen her gün bas bas bağırırken alınması gereken önlemlerin zamanında alındığı, birtakım bahanelerle hep ertelendiği ve sonuçta da büyük acılara neden olduğunu bugüne değin kaç kez gözlemledik. Toplum olarak bizler artık daha büyük acılar yaşamak istemiyoruz. Siyasi malzeme yapılmadan deprem konusunun bir an önce çözülmesi her kesimden insanımızın en büyük isteğidir, düşüncesindeyim. Bu konuya ilişkin dikkat çeken bir başka nokta ise 31 Mart yerel seçimleri öncesinde çoğunlukla büyük şehirler konuşulurken küçük yerleşim yerlerinin hep göz ardı edilmesi de bence hiçte doğru bir yaklaşım değildir. Bence doğrusu yaşanan bu sıkıntıların sorunların çözümünde köylüyle kentlinin sorunları ortaklaşa bir bütün halinde ele alınıp ona göre ortak bir çözüm yolları bulunması olacaktır elbette. Sadece seçimden seçime dile getirilen vaatlerin hesabı sorulmalı, terk edilmiş köyler, kurumuş dereler, suyu çekilmiş nehirler, talan edilen maden kaynakları asla unutulmamalıdır. Bunlara mutlaka gerçekçi ve kalıcı çözüm yolları bulunmalıdır. Bu sorunların çözümünde, geçmişte başarıyla uygulanmış eğitim politikalarından mutlaka yararlanılmalıdır. Cumhuriyet’imizin kuruluş felsefesinin özünden asla kopmadan ve ayrılmadan günün koşullarına uygun yöntemlerle bu sıkıntıların en aza indirilmesinin mümkün olduğu gerçeği artık kabul edilmelidir. Bu nedenle, ‘senden mi olacak? kesinlikle benden olmalı!’ gibisinden dayatmacı anlayışların tutsağı ve tutkunu olmadan, dağımıza taşımıza, açıkçası toprağımıza sahip çıkacak yöneticileri işbaşına getirmek kesinlikle önceliğimiz olmalıdır. İş işten geçmeden bunları düşünmenin tam da zamanıdır. Aksi halde değişen hiçbir şey olmayacak, umutlar yine başka bahara kalacaktır, düşüncesindeyim. Yoksa haksız mıyım, yanlış mı düşünüyorum, sizler ne dersiniz acaba?...