ŞANS VE KADER

İşte 1940'lı yıllar karanlıkta geçen günler işsizlik, yoksulluk insanlar
şaşkın, karın tokluğuna yollarda tarlalarda çalışanlar ayaklarında çarık yamalı,
pantolon yamalı, ceket sözde müreffeh bir ülke olacakmışız.
Türkçeye çevrilen ezanlar, toplanan Kur'anlar, kapanan tekkeler zaviyeler,
siyaset sert, tek adam devri, acımak yok, sanki CHP'nin elinde bir balyoz sert
yalın geçen günler ne yaparsın şans talih yüzler asık sanki herkes küsmüş
yaşadığı dünyaya işte derken bir kara bahtlı adam çıkmış Nuri Demirdağ, hiç
durmamış gece gündüz var gücüyle çalışmış, ülkemiz için uçak yapmaya
düşünmüş taşınmış Demiş ki artık süngü ile mavzer ile savaş yapma zamanı
değil.
Bunun için aç kalalım, susuz kalalım yeter ki düşmanlarımızdan daha
üstün uçaklar yapalım genç mühendisler el ele gece gündüz, milliyetçi duygular
ile başlamışlar çalışmaya. Fakat ülkemizin şansızlığı bir gece ansızın üç beş
yetkili gelmişler demirden bir tokat atmışlar. Nuri Demirağ'ın ensesine uçakların
hepsi dönmüş birden hurdaya.
İşte o gün ki siyasetçiler profesörler hiç dememişler hey ne oluyoruz
arkadaş deselerdi zamanında belki de şimdi düşmanların uçaklarından daha
üstün uçaklar olmuş olurdu ülkemizde. Fakat Maalesef kadınların örtüsü ile
sakalla, laikçilikle uğraşırken uçaklar hurdaya dönmüş. Sonra tek parti savunma
sanayilerine, teknolojilere hiç el atmamış yıllar da hep böyle boşa geçmiş bu
güzel ülkemizde.

İSTANBULU KURTARMAK

Yıl 1948 yer Ankara sıcak bir eylül akşamı mecliste milli birlik
toplantılarına benzer bir önemli toplantı. Herkes çoktan yerlerini almış.
Siyasetçiler, ordu mensuplarından bazı üst rütbede subaylar ve çeşitli
üniversitelerden profesörler ve bir hayli çekişme ortamında geçen konuşmalar
işte şimdi bir konuşmacı profesör kürsüye çıkmış konuşuyor nazik bir eda ile
saygılar sevgiler dedikten sonra profesör sözlerine şöyle başlıyor.
Bakın arkadaşlar diyor yakın zaman öncesinde hepimizin bildiği gibi
yapılmış uçak fabrikasını ve uçakları sudan sebeplerle adeta çöpe attık ve yine
bir acı olayda şöyle küçük hamlelerle Karadenizli kardeşlerimizin kendi el

2

becerileriyle yaptıkları silahları da adeta bir garip yasaklılık getirerek engellemiş
olduk maalesef siyaset oyunları ile.
Oysa o kardeşlerimizin ellerinden tutup onlara devlet olarak bazı imkanlar
verilmiş olsaydı şimdi çok daha modern silahlarımız olmuş olabilirdi. Bakın
şunu unutmayalım ki her merdivenlerin basamakları birer birer çıkılır. Profesör
yine sözlerine devam ederek siyasetçiler eğer önceden iki adım ilerisini
göremiyorlarsa o siyasetçilerden siyasetçi değil bakkal çırağı bile olmaz.
Siyasetçi dediğin dünyanın ülkenin geleceğini biraz olsun görmeli. Bakın
şehrimiz İstanbul'da 1947-1948 yılları sonrasında azda olsa fabrikalar küçük
atölyeler giderek artış göstermekte olduğunu izliyoruz. Tabi unutmayalım ki
dünya durmadan değişiyor. Şimdi biz gördüğümüz gibi İstanbul sokaklarında, at
arabaları, faytonlar dolaşıyor. Fakat çok ileriki yıllarda o şeytan arabası dedikleri
düdüklü araçların giderek çoğalabileceğini yolların, caddelerin bu araçlara dar
geleceğini CHP o günlerde düşünmeliydi.
Bakın o günkü tespitlerimize göre bazı kentlerden, köylerden bilhassa
büyük şehirlerimize İstanbul'a çok büyük göç dalgasının olabileceği görünür
gibiydi. 1945 yıllarından başlayarak ülkemizdeki pek çok kişiler köylerinden,
kentlerinden başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlere göç edip yerleşmek
isteyen köylü kardeşlerimizden eğer o gün için kişi başına belli bir ücret karşılığı
vize şartı getirilmiş olunsaydı başta İstanbul'a bu kadar köylerden, kentlerden
büyük şehirlere göç dalgaları olmazdı.
Böylece İstanbul, İzmir, Ankara gibi şehirlerimiz şimdi bu kadar nüfus
çoğunluğu olmamış olurdu. Eğer o günkü tek parti CHP siyasetçileri olarak üç
adım ilerisini görebilmiş olsalardı şimdi bu büyük şehirlerin nüfusları bugün için
yarı yarıdan bile daha az olmuş olacaktı. O zaman CHP'nin ülkemize çok büyük
bir hizmeti olmuş olurdu.