İnsanoğlu yaşamı boyunca hep daha iyisini hak ettiğinden dem vurur, kendine göre hiç hak etmediği muamelelerle karşı karşıya kalmaktan yakınır. Peki, bizler karşımızdaki kişilere, yani muhataplarımıza aynı şekilde, bize davranılmasını istediğimiz şekilde mi davrandık, davranıyor muyuz, yoksa tam aksi biçimde mi davranıyoruz? Bundan sonra kendi beklentilerimizi karşılayacak şekilde, bize davranılmasını istediğimiz gibi davranışlarda bulunabilecek miyiz, ya da bulunamayacak veya bulunmayacak mıyız? Hayatın içinde haksızlıklarla ve bizi öfkelendirecek durumlarla karşı karşıya kaldığımız mutlaka oluyor, olmuştur. Aslında böyle durumlarla karşı karşıya kaldığımızda, sabırlı davranıp, olgunlukla karşılayıp daha büyük hatalara yol açmadan geçiştirebiliriz. Ama bizler genellikle bir anlık sinir ve öfkemize yenik düşerek, bazen aklımızın tatile çıkmasına da sebep oluyoruz, olabiliyoruz. ‘Rüzgar eken fırtına biçer’ diyen atalarımızı haklı çıkartırcasına, çoğu kez küçücük meseleleri büyüterek etrafa negatif enerji yayılmasına vesile olabiliyoruz, oluyoruz.
İnsanlar hayat boyu zaman zaman çeşitli zorluklarla karşılaşırlar. Bu karşılaştıkları zorluklarla mücadele için çeşitli yöntemler geliştirirler. Bu tutumlardan en çok pişman olduğu ise öfkeli olduğu zamanlarda takındığı tutumdur. İnsan o an için haklı bile olsa, kontrolden çıkmış olan bir öfkeyle hareket eden kimselerin aklı aslında bir bakıma tatile çıkmış olur. Aklı tatile çıkan kimselerin yanlış ve adil olmayan davranışlarda bulunması ise kaçınılmazdır. Akıl tatile çıkınca, kontrol edilemeyen öfke ve davranışların bizleri bir dizi hataya sevk etmesi de doğal olarak hale gelmektedir.
İşte böylesi durumlarda kontrollü ve sabırlı hareket edebilmek çok önemlidir. Süregelen yaşamın içinde ‘kalp kırmak ve gönül yıkmak’ gibi bazı onarılması zor hatalar vardır, yaşanmaktadır. Bunların telafisi yani giderilmesi çoğunlukla olanaksızdır. Bu tür hatalar insanı öfkeye sevk eden, canımızı çok sıkan olaydan daha çok sıkabilir ve üzebilir. Sonradan pişman olmamak için, yani ‘son pişmanlık fayda etmez’ durumuna gelmemek için şiddetli tepki gösterilebilecek durumlarda bile bilinç ve basireti kaybetmemek, soğuk kanlığımızı korumak esas davranış biçimimiz olmalıdır.
Böylece haktan, adaletten ve aftan yana takınılacak bir tutum ve davranış biçimi aynı zamanda ‘Allah’ın rızasına da uygun’ bir davranış biçimi olacaktır. Hem de o an için çok kızmış, çok öfkelenmiş bile olsak, arkadaşlarımızı, yakınlarımızı, kardeşlerimizi ve çevremizdekileri de kırmamış oluruz. Böylece telafisi yani giderilmesi mümkün olamayabilecek hatalar da yapmamış oluruz. Benim penceremden bakıldığında meselenin bir diğer boyutu daha vardır. O da bugünün gençleri yarının yetişkinleri, sonrasında ise yaşlıları yani ihtiyarlarıdır. Örneğin; Bugünün gelinleri yarının kaynanalarıdır, bugünün damatları da yarının kayınpederleridir. Yeri geldi sizlere kıssadan hisse ibretlik kısa bir öykü anlatayım;
“Adam anasına, babasına bakmamış, deyim yerindeyse Ana, babası bakıma muhtaç durumda sürüne sürüne vefat etmişler. Gün olmuş, ilçe müftüsü köylerine gelmiş. Cami minberinden halka nasihat eden şekilde vaaz veriyormuş. Bakmış adam oğluyla damadı da camide gelmişler. ‘Hocam’ demiş adam ‘izninizle bir soru sorabilir miyim?’ Müftü hocamız ‘Tabi buyur, sor’ demiş. ‘Bizim evlatlarımız, bize maalesef bakmıyorlar, hiç ilgilenmiyorlar’ demiş. Müftü hocamız bu durum karşısında ne desin, ‘Ne ekerseniz onu biçersin!’ demiş o adama. Ya da bugünkü yazımızın başlığı olan biçimde, ‘Rüzgar eken fırtına biçer!..’ Bu konu da bildiğim benzer bir öykü daha vardır. Birkaç ay önce bir başka yazımda sizlere bir vesileyle anlatmıştım. Belki şimdi anlatınca anımsayacaksınız; Adamın babası çok yaşlanmış, elden ayaktan çekilmiş. Bakıma muhtaç hale gelmiş. Gelin günün birinde demiş ki, ‘Bıktım artık senin bu yaşlı babana bakmaktan. Ya babandan ya benden vazgeçeceksin, al götür onu buradan!’ Adam çaresiz kalmış, ne yapsın. ‘Baba gel ben seni biraz gezdireyim’ demiş ve almış babasını sırtına ve dağlardaki bir çakılın dibine bırakmış gelmiş. Gün gelmiş kendisi de ihtiyarlamış. Onu da aynı şekilde oğlu bu kez arabasıyla alıp götürmüş. Adam bakmış ki, oğlu da tıpkı kendisinin babasına yaptığı gibi onu bırakıp gidecek. ‘Ah oğlum ah! Bende dedeni böyle getirip bırakmıştım, şimdi çok pişmanım. Aynı şey benim de başıma geldi!’ demiş. Oğul anlamış ki, bu işler sırayla olacak. Anlamış ki, eden bulacak. Anlamış ki, ‘rüzgar eken fırtına biçecek!’ Almış babasını köyüne geri dönmüş. Sözün özü şudur aslında; “Kendimize yapılmasını istemediğimizi başkasına asla reva görmemeliyiz. Bu başkaları ister ana ve babamız olsun, ister akrabalarımız olsun, isterse çevremizdekilerden herhangi biri olsun, isterse düşmanımız olsun!..”
Yorum yapın