Politika teriminin kökeni antik Yunancadaki ‘POLİS’ terimine dayanır. ‘POLİS’ toplumsal yaşam alanı veya kent anlamına gelmektedir. Antik Yunan filozofu Aristoteles, insanın doğası gereği toplumsal bir canlı olduğunu söyler. Politika, toplumsal yaşamın yapısıyla, düzenlenmesiyle, yönetilmesiyle ilgili bir kavramdır. Aristoteles’in hocası olan antik Yunan filozofu Platon, filozofların yönetici olması gerektiğini savunur. Çünkü filozof, akıl yürüterek, bilgelik için, doğrunun ve gerçeğin bilgisini edinmek için mücadele eden kişidir. Felsefe teriminin kökeni, antik Yunancadaki PHİLO-SOPHİA terimine dayanır. Philo-sophia; bilgelik sevgisi anlamına gelir. Filozof için bilgelik, yani ‘sophia’ bilgi (episteme)doğruluk/gerçeklik’ anlamına denk gelen ‘alethia’ Türkçe’ye akıl yürütme/gerekçelendirme/temellendirme olarak çevrilebilen birbiriyle ilişkili ve bağlantılı kavramlardır. Platon’a ve Aristoteles’e göre, yaşamın amacı iyi bir ruha sahip olmaktır. İyi bir ruha sahip olmakta erdemli olmakla mümkün ve olanaklıdır. Adalet duygusu ve yetisi de en önemli erdemlerin arasında yer almaktadır. Toplumsal bağlamın dışında kalarak erdemli bir yaşam sürülemez. Adalet kavramından bağımsız olarak toplumsal yaşamı yapılandırmak, düzenlemek, yönetmek de olanaklı değildir. Adaletin ne olduğunu, adaletin özünü, adaletin anlamını kavramak, ancak felsefeyle olanaklı olduğu için de filozofların yönetici olması çok önemlidir. Platon’a ve Aristoteles’e göre, bir başka önemli erdem de cesarettir. Felsefi çerçevede erdemli bir yol, yaşamsal önemde bir konudur. “Güçlü olan daima haklıdır” paradigması ancak böyle yıkılabilir. Algılar üzerinden değil, gerçekler üzerinden politika ancak böyle geliştirilebilir. Yöneticilerin yozlaşmalarını sorgulayan Sokrates’in ölüme mahkûm edilmesi gibi adaletsizlikler, ancak böyle önlenebilir. Platon ve Aristoteles, bu bakış açısıyla, teori ile pratik arasındaki zorunlu bir bağlantıyı ve bütünlüğü de ortaya koyarlar. Yüzyıllar sonra İngiliz filozof John Locke ve İsviçreli/Fransız filozof Jean-Jacques Rousseau, toplum sözleşmesi kavramını geliştirerek, adalet mücadelesi doğrultusunda, toplumu da bu sürecin içine etkin ve örgütlü bir biçimde katmışlardır. Locke; Güçler ayrılığı, emekçinin mülkiyet hakkı, laiklik gibi ilkeleri geliştirerek, monarşinin, feodalizmin ve teokrasinin yıkılması doğrultusunda çok önemli adımlar atmıştır. Rousseau ise bu süreci, halk egemenliği ve yasalarla güvence altına alınan kamusal yarar ilkesiyle tamamlamıştır. Alman filozof Karl Marx, da sanayi devriminden sonra, mülkiyet sorununu tekrar ele alarak, değişen üretim biçimlerini de ve üretim araçlarını da dikkate alarak, kapitalist sömürünün önlenmesi için, sanayi tarzı üretim araçlarının özel mülkiyetinin ortadan kaldırılmasını savunmuştur. Cumhuriyet Halk Partisi’nin kurucusu ve ilk genel başkanı Mustafa Kemal Atatürk, bu felsefi ve tarihsel süreci, Türkiye’nin özel ve tarihsel koşullarını da dikkate alarak, teori ve pratik bütünlüğü içinde, entelektüel bir bakış açısıyla, sentezlemiştir. Büyük Önder Atatürk, cumhuriyetçilikle monarşiyi yıkmıştır; halkçılıkla oligarşiyi yıkmıştır. Devletçilikle/Kamuculukla özelleştirmeciliği ve serbest piyasası olmayı ortadan kaldırmıştır. Laikliği getirerek teokrasiyi yıkmış yok etmiştir. Milliyetçilik yani ulusçuluğu getirerek ümmetçiliği ortadan kaldırmak istemiştir. O günün koşullarında başarı sağlamıştır. Devrimciliği getirerek de muhafazakarlığı ve statükoculuğu ortadan kaldırmayı amaçlamıştır. Sosyal demokrasi ve demokratik solculuk da, ekonomik ve sosyal adalet anlayışıyla, karma ekonomik model önermesiyle, Atatürk’ün halkçılık ve devletçilik ilkelerini açıkça ortaya koymuş, benimsenmesini istemiştir. Tüm bu anlatmaya çalıştıklarım çerçevesinde bakıldığında ‘Politika’ aslında, felsefi bir eylemdir. Ancak politikayı politika olmaktan çıkartan güç odakları ve sahte politikacılar, ne yazık ki, günümüzde politikanın, başka bir deyişle siyasetin, kötü bir biçimde anılmasına neden olmuşlardır. Atatürk’ün ilkelerinden ve ideolojik yaklaşımdan uzaklaşan bugünkü CHP yönetimi de siyasetin yüzeyselleşmesi ve sıradanlaşmasına katkı sağlayarak maalesef büyük bir rol oynamışlardır. Kanaatim odur ki, bugünün CHP’sinin ve Türkiye’nin, yeniden bahsettiğim türden felsefi bir eyleme gereksinimi kaçınılmaz olarak vardır. Bilmem anlatabildim mi?..