İnsanlar doğarlar yaşarlar ve ölürler. Hayatımızın ve dünyamızın değişmez kuralı bu. İnsan doğunca daha çocukken büyümek ister ve geleceğe ait hayaller kurmaya başlar. Bir yandan büyürken ve hayatı yaşarken geleceğe ait hayaller kurarken diğer yandan da yaşlanmaya başlayınca çocukluğuna ve geçmişine geri dönmek ister ve geçmişini özlemeye başlar. Geçmişe ait ne varsa özler. Acısıyla tatlısıyla. İnsan geçmişini her yaşta özler ama bu özleyiş yaşlanmaya doğru gittikçe daha da artar. Güzel şeyler bir tarafa yaşadığı acı şeyleri bile özleyebilir. Gençler umut ve hayalleriyle ihtiyarlarda geçmişiyle hatıralarıyla yaşar demişler. Kime sorsanız hep aynı duyguları paylaşır. Herkes geçmişinin geri gelmesini ister. İnsan yaşlandıkça daha duygusal olmaya başlıyor. Kimse sorsanız derin bir ah çeker ve- Vakti zamanında şöyle yaşadım böyle yaşadım, başımdan bu olaylar geçti, çok güzel günler çok acı günler gördüm keşke o günlere tekrar dönebilsem diye özlemini dile getirir.
Ben de her yaşlı gibi çocukluğumu ve gençliğimi özledim. Acısıyla tatlısıyla. Geçen günler ne kadar acı olsa da özleniyor. Bizim çocukluğumuz yokluk sıkıntı ve gerçekleşmesi hiçbir zaman mümkün olmayacak umut ve hayaller kurmakla geçti. Bizim çocukluğumuz şimdi çocuklar gibi istediği her şey anında alınan yediği önünde yemediği arkasında olduğu halde yinede mutlu olmayan çocuklar gibi değil, istediğini bulduğu zaman şükreden, istediği olmadığı zaman sabreden, istediği bir şey olmadığı zaman ortalığı ayağa kaldıran, anne babaya, büyüklere dünyayı dar eden çocuklar gibi geçmedi. Geçmişe ait neler neler özledik.
Bir zamanlar şimdi kapısına kilit vurulmuş yıkılmaya yüz tutmuş bir gelen olur da paslı kilidi açıp içini şenlendirecek, ocağını tüttürecek biri olur mu diye garip öksüz, bir zamanlar nine dede anne baba ağbi abla ve biz çocuk olarak 10 kişinin yaşadığı bahçesinde güzel bahçesi meyve ağaçları ve yeşillikleriyle süslü ahşap evimi özledim. İçinde elektriği suyu olmayan bir odasından diğerine gece karanlıkta korkup gidemediğimiz o evi özledim. Çocukluğum yatalak dedemin beni yanına oturttuğu bazen bana kızdığı bazen de heyecanla anlattığı güzel hikâye anılar ve masallarla geçmiş güzel günleri özledim. Beni herkesten ve dünyalardan daha çok seven nereye giderse beni de yanında götüren, geceleri bile beni yanında yatıran, bağrına basan ninemi özledim. Onun soğuk kış gecelerinde gaz lambasının düğmesini kısıp daha sobanın olmadığı zamanlarda taştan yapılmış odunla hem ısınılan hem de aydınlanmamızı sağlayan ocakta ramazan gecelinde sahur yemeğini hazırlarken uyur gibi yapıp onu izlediğim ramazan gecelini gecelerini özledim. Bütün aile yer sofrasına oturup aynı kaptan tadına doyulmayan yemekler yemeyi ve aynı tastan su içmeyi özledim. Yeniden çocuk olmak annemin eski bez parçalarından diktiği yırtık yamalı eski elbiseleri giymeyi özledim. Babamın sabahları ayvanları dolaşarak erken kalkmamı ve işe çobanlığa gitmek için bana bağırmasını özledim. Onun cahil olmasına rağmen bana yaptığı nasihatleri dinlemek ve onunla sohbet etmeyi özledim. Köyümüzün en güzel yerinde olan evimizin ayvanında oturup büyüklerimle ve komşularımızla sohbet etmeyi ve yine ramazan da iftar vaktinde bütün mahalleli çocukların gelip heyecanla iftar vaktini beklediği günleri özledim. Köyümüzde ilkokulu okurken öğretmenlerimizin sadece bize bilgi öğretmek değil bizi öğrencilikten öte kendi yavruları gibi sevip okşamalarını özledim. Okulumuzun bahçesinde koşup oynamayı güreş tutmayı arkadaşlarımızla güzel güzel eğlendiğimiz okul günlerini özledim. Sabahleyin erkenden kalkıp taze süt içip, mısır ekmeğimize sürülen yağ kaymak veya katıklık peynirle beraber hayvan bağrışmaları ve kuzu melemeleri eşliğinde ormana, çayırlara çobanlık yapmaya gidişimizi özledim. Kışın yağan 2-3 metre karda damlara çıkıp karların ortasına atlayıp baştan aşağı kara gömülmeyi özledim. Yine soğuk kış günlerinde ağaçtan yaptığımız kızaklarla yarışıp üşümeyi, açlığı unutup çocukluğumuzun en güzel eğlencelerini özledim. Her yerde her zaman halamızın, teyzemizin biz evlatları arasında hiç ayırım yapmayıp hepimizi kendi evlatları gibi kabul edip, hepimizi kendi evlatları gibi kucakladığı günleri özledim. Bahar aylarında bir mayıslarda yemyeşil kırlara açılıp oyunlar oynayıp yemyeşil çimenler üzerinde koşuşturduğumuz günleri özledim. Erken saatlerinde kocaman radyodan türküler geçidi programını dinlediğimiz günleri özledim.
Biraz büyüyünce doğu karadenizin en şirin ve ücra kasabasında ortaokul okurken çok zor şartlarda üç yıl okumamızı,beş kişi aynı odada kalmamızı , doğru dürüst ısınma yemeğimiz olmadığı , hafta sonları cumartesi günleri öğleden sonra karda kışta yola çıkıp 6-7 saatlik yolu yaya gider karanlıkta köyümüze varıp ertesi gün bir haftalık yanımıza aldığımız kuru ekmek biraz peynir ve katıklarla tekrar okula dönerek bir hafta öyle idare ettiğimiz günleri özledim..Bazı günler öğle yemeğimiz çeyrek ekmek ve bir salkım üzüm olan o günleri özledim.Okula uzak olan evimizden yırtık ayakkabılarla sırtımızda pardüsü, kitapları koyacak çantamız olmadan yaya olarak yağmurda , çamurda okula gittiğimiz o günleri özledim.Bina yetersizliğinden okulun birinci sınıfını baraka denen sınıflarda ve yine kitabımız yeterli olmadığı için teneffüs arasında arkadaşlarla el değiştirdiğimiz günleri özledim.O günlerde geceleri 12 de elektrik kesildiği için mum ışığında ders çalıştığımız günleri özledim.Tek düşüncemizin ders çalışmak olduğunu için sadece hafta sonlarını sinemaya gittiğimiz günleri yine hocalarımızın bizi ev ev gezerek kontrol ettikleri zamanları özledim.Kolalı gömleği ve iskarpin ayakkabıyı ancak yatılı okula gittiğimde giymeye başladığım günleri özledim.
Yorum yapın