Yazımın başlığında sorduğum yanıtı ‘EVET’ ise sizlere aşağıda yazacaklarımı dikkatle okumanızı ısrarla öneriyorum. Şayet bu soruma yanıtınız ‘HAYIR’ ise yazacaklarımı boş verin hiç okumayın. Gidin kırda bayırda koşup oynayın!..
“Hiç kuşkusuz; toplumsal yaşam içerisinde insanın düşünüş ve bakışını yansıtan duruşunun doğru biçimde anlaşılmasını engelleyen nedenler her zaman var olacaktır. İnsanın bunu ortadan kaldırması sahip olduğu olanaklar ölçüsünde olsa bile karşısındakinin algılama biçimi farklı gerekçeler üretmeye hazır karşı çıkışlarla yeni kutuplar oluşturup anlaşılmayı engelleme gücüne sahiptir.” Şeklindeki düşüncelerimi daha önce birkaç yazımda ifade etmiş, detaylı biçimde anlatmıştır. Mutlaka bu yazdıklarımı, anlattıklarımı anımsayanlarınız vardır. Şimdi buradan hareketle benzer biçimde yazmaya dolayısıyla anlatmaya devam diyorum; “İnsanın elbette kendisine ait çerçevelenmiş belli bir bakışı vardır. Bunu farklı perspektiflerle genişletme olanağı olabileceği gibi başını kuma gömme misaliyle daraltma gücüne de sahiptir. O nedenledir ki; Algı dünyasının düşünüş ve bakış biçimi üzerinde etkili olması, insanın çerçevelenmiş bakışa mahkum olmasının bence en önemli gerekçesidir. İnsanın düşünsel bakışının şekillenmesinde yaşanılan çevre ve alınan eğitim formatının etkili olması onun dünya algısını da etkileyerek davranışsal yansımalara dönüşmesi olasıdır. İnsanın bu davranışsal durumu ise içinde hazırlanmış karşı çıkışları da barındırmaktadır. Çünkü sosyal çevrenin sunduğu modeller onun ne şekilde biçimlenmesi gerektiğini isteyen verileri doğal olarak içinde barındırmaktadır. Kuşatılmış sosyal yaşam alanında olduğumuzu inkar edebilmek asla olanaklı değildir. Buna rağmen sahip olduğumuz akıl yeteneğini kullanmaktan kendimizi yoksun bırakıp bırakmamak da kendi elimizdedir.”
Lafı daha fazla uzatmadan sadede gelecek olursak; ‘elbette siyasette de rasyonel yani gerçekçi olanlar ve olamayanlar, rasyonel olmak istemeyenler ya da gerçekçi olmayı beceremeyenlerle rasyonel olmanın bir işlerine yaramayacağının farkında olan kimi siyasetçiler üzerine’ bir kez daha birkaç kelam etmek gerektiğini düşünüyorum. MHP’li dostlarım, arkadaşlarım hiç kusura bakmasın ama ‘örneklemeli izahatıma’ onlarla başlamak istiyorum. Bu hususta öncelikle şunu belirtmem gerekiyor; ‘Milliyetçi Hareket Partisi ne geçmişte ne de günümüzde kesinlikle rasyonel siyaset yapma, rasyonel siyaset yaparak başarılı olma iddiası içinde hiç olmamıştır’ daha doğrusu olamamıştır!
Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi olan adını 1969 yılında Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) olarak değiştirerek merhum Alparslan Türkeş’in Genel Başkanlığa seçildiği günden bu yana adı üstünde daima bir ‘SİYASAL HAREKET’ misyonu üstlenmiş, tam anlamıyla bir ‘aksiyon ve reaksiyon partisi’ olarak ülke siyasal yaşamında yer almıştır. Yaşı benim gibi 50’sini çoktan geçmiş hatta 59'una erişmiş 60’ına bir kalmış gibi akranım olanlar belki gayet iyi anımsayacaklardır. 1970’ler de o dönemin MHP’sinin ülkenin ekonomik ve sosyal sorunları, iç ve dış ve politikaları yani Türkiye’nin rasyonel ya da daha doğru bir ifadeyle ‘Türkiye’nin gerçekleri’ üzerine hangi somut veya reel anlamda politikalar ürettiğini, çözüm önerileri getirdiğini açıkça ve samimiyetle söyleyebilir miyiz?
O döneme dair benim anımsadığım, varsa yoksa ‘komünistler’ diye adlandırdıkları tüm solcuları susturma, sindirme, korkutma ve hatta ‘imha etme’ üzerine kurulu, adına o günlerde ‘CEPHELEŞME’ denilen bugünlerde ‘KUTUPLAŞMA’ şeklinde tanımlanan çoğu zaman ‘ŞİDDETİ KÖRÜKLEYEN’ bir zihniyeti ‘mutlak egemen kılma’ zihniyetinin mücadelesiydi, MHP’nin o yıllardaki icraatları!
Yahu Allah aşkına hanginiz, kiminiz anımsıyor ki, o yıllarda MHP’nin bozuk ekonomiyi düzeltme, yüzde 200’ler seviyesine çıkmış ‘HİPER’ seviyede enflasyonu aşağılara indirme, toplumsal barışı sağlama, eğitim düzenini işler hale getirme ve benzeri ‘memleket meseleleri’ üzerine reel olarak çözüm önerileri ortaya koyduğunu, en azından söylem olarak çeşitli platformlarda dile getirdiğini, hatırlayanınız varsa, çıksın söylesin! Bu yazdıklarımı okuyan MHP’li dostlar bana kızıp da “O dönemde Ecevit’in CHP’si yoksa Demirel’in AP’si mi veya Erbakan’ın MSP’si mi, memleket meseleleri üzerine rasyonel politikalar ve çözüm önerileri getiriyordu. O yıllarda herkes günü kurtarmanın biz ise memleketi kurtarmanın peşindeydik!” Diye bana karşılık verdiklerini duyar gibiyim. Ben burada, 50-55 sene öncesinin MHP’sini önce sorgulamak yargılayıp, mahkum etmek hatta onların deyimiyle ‘İNFAZ ETMEK (!)’ amacıyla yukarıdaki satırları yazmadığımı belirtmek isterim. Amacım, bugünün ülke siyasetinde ‘bir türlü rasyonel yani gerçekçi olamayanlar üzerine’ genel bir değerlendirmede bulunmak, siyasetin bir türlü neden rasyonelleşemediğini anlatmaya çalışmaktır. Benzer ifadeleri CHP’ye hatta bugün siyaset sahnesinde var olmayan diğer siyasal partilere dair de örnekleyip anlatabilirim elbette. Aslında yakın zamanda bu sütunlarda yayımlanan bir başka yazımda ifade ettiğim şu satırlar aslında her şeyi çok net açıklamaktadır; “özgür düşünme eğilimi aynı zamanda sosyal çevrenin kuşatıcılığını yırtan ve doğru biçimde algılama oluşturmanın da aynı zamanda bir tür kalkanıdır. Günümüzde hurafeler temelli dogmalarla kuşatılmış sosyal çevre ise bu durumu ‘fabrikasyon hatası’ olarak algılama eğilimi göstererek gerekli önlemlere başvurmaktan kaçınmaz. Eğer insan çevrenin oluşturduğu önlemlerin baskısına boyun eğerse süreç içerisinde kendisi olmaktan çıkıp formatlanmak istenen biçime dönüşür. Bu durum da malum çevrenin zafer ilanıdır. Oysa insanın aynı zaferi kazanabilmesi doğru biçimde düşünmeyi sağlayan akıl verisinden vazgeçmeyerek vicdani ile aklını birleştirmesiyle ancak mümkün olabilir. Vicdanın aklı devreye sokması için ‘maskelenmiş’ sosyal yaşamdan kaçınma ile değil, onun işleyiş biçimine odaklanmayı gerektirir. İşleyişin sakatlığını fark etmenin yolu da oluşturulan çarkın getiri ve götürü hesabından vazgeçmeyi zorunlu kılar. Bunu başarabilen insan çevre kuşatılmışlığını yırtar ve ‘ÖZGÜR DÜŞÜNME’ gücüne ulaşır!”
Yorum yapın