Kişinin güncel sorunları, sıkıntıları düşünmediği, günceli yaşamak istemediği; duygusal, özel günleri oluyor, olmaktadır. İşte belki de bu yüzden büyük halk ozanı Yunus Emre “Ölür ise ten ölür canlar ölesi değil!” demektedir. Ayrılıkla, duygusal bağlılık, özleyiş, arayış yoğunluk kazanıyor, zaman sanki duruyor, olaylar bellekte hiç iz bırakmıyor. Uzaklığın ışık hızıyla, zamanın milyonlarca yıl ile ölçüldüğü evrende bireyin yaşamının yeri nedir ki?..

Öteden beri yani gençlik yıllarımdan bu yana belleğime adeta yerleşmiş olan o tat, o duygu yoğunluğunun yaşandığı, duygu yumağı bence aslına bakıldığında aşktır!...

Düşünürlerin, şairlerin aşk anlayışından, tanımından bazı örnekler aktarmak isterim; Örneğin Montaigne bir denemesinde, “Yaşamak aşık olmaktır” diyor. La Fontaine’e göre ise “Aşk insanı hayallere sürükleyen tutkudur” demektedir. Yahya Kemal’in “İnsan âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar” şeklindeki dizesi belki de sizin belleklerinizdedir. Kısacası ‘Aşk’ yaşamı renklendirmekte, yaşanır kılmaktadır. Bizim Fuzuli’nin ‘AŞK’ değerlendirmesi ise: “Aşk imiş her ne var âlemde/ İlm bir kıyl ü kâl imiş ancak”; aşkın âlemde yeri, değeri yanında ilim” şeklindeki dizeleri ancak değersiz bir söz olarak kalıveriyor.

İngiliz Bernard Shaw, da; Aşkın insana ağırbaşlılık hatta güzellik kazandıracağını savunur. Aşk insana hoşgörü, özverili, başarılı olma gibi ortamlar, meziyetler de kazandırıyor. Günümüzde erkek hoyratlığının, küstahlığının, ardı ardına yaşanan şiddet ve kadın cinayetlerinin kanımca önemli bir nedeni de tarif etmeye çalıştığım o duygunun belki de hiç yaşanmamış olmasıdır, diye düşünüyorum. Çocukların birbirlerini tanımaları, anlamaları için kız erkek öğrencileri bir arada olduğu karma okulları artıracağımıza, tam aksine ayrıma yöneliyoruz, kanısını taşıyorum hatta buna eminim. Yahu bırakalım da çocuklar birlikte oynasın, eğlensin, okusun, büyüsün; Böylece inanıyorum ki, davranışlarıyla, düşünceleriyle daha hoşgörülü olurlar. Kişisel komplekslerimizin toplumsal yönetim anlayışımıza egemen olmasından ne olursunuz kaçınalım…

Çünkü kanaatim odur ki; dünya giderek maddileşiyor, kirleniyor, renksizleşiyor yani sizin anlayacağınız materyal hale geliyor. Buna karşılık yaşamlarımız da aklın telefonda, bilginin bilgisayarda kalması, zekanın yapay, kültürün de TV dizileriyle oluşmasıyla belki de hiç farkında olmadan ‘TEKDÜZE’ hale geliyor, duygusallık gün geçtikçe azalıyor. Yap/boz tahtasına çevrilen eğitim sistemimizi ikide bir değiştirip endüstri ve sanayi için biat kültürünün sarmaladığı robot/insan yetiştirmeyi bir yana bırakıp, sanatseverliğe, doğaseverliğe, yaratıcılığa öncelik veren çağdaş bir eğitim sistemi geliştirilmelidir, kanaatini kuvvetlice taşımaktayım. Belki de yaşam boyu bunun eksikliği duyulduğundan, yakın geçmişte olduğu (yalandan da olsa) her çocuğa tablet dağıtma çabasına girmek ve sonrasında bu fasarya olduğu anlaşılan projenin bile hüsranla sonuçlanması sonrasında bu kez de eğitimin daha da dinselleştirilmesi amacına yönelik gayretleri aleni biçimde arttırmak, 2024/2025 eğitim ve öğretim yılına başlama arifesinde ne işe yaramıştır sormak isterim. Oysa tüm bunların yerine belki sizlere ütopik gelecek ama her liseye bir piyano konulabilse, üniversitelerde sanat kulüpleri yaygınlaştırılsa, üniversitelerin sanat kulüpleriyle de sıralansaydı o zaman belki de yaşadığımız bu yaşamın renkleri; o zaman inanın tekdüzelikten kurtulabilecek, daha duygusal hale gelebilecekti, kim bilir?..

O zaman inanıyorum ki; ağaç diken, ağaç yetiştiren; ağaç kesemez, ormanlarımızı yakamaz, üç kuruşluk çıkarı için doğaya böylesine fütursuzca zarar vermez, veremez!..

Çünkü Doğayı sevmeyi öğrenen, doğaya asla zarar veremez. Ben buna yürekten inanıyorum, herkesin de inanmasını bekliyorum. Çok şey mi bekliyorum, istiyorum acaba, ne dersiniz?..