İlhan Şeşen’in muhteşem aşk şarkısı ama nakarat kısmını alıp okuduğunuzda her alana cuk oturuyor:
Neler oluyor bize yine neler oluyor gülüm
Neler oluyor sana bana neler oluyor
Neler oluyor bize yine neler oluyor gülüm
Neler oluyor sana bana neler oluyor
Siyasal ve toplumsal olarak tam “neler oluyor bize” dedirten zamanlardayız maalesef.
Modern sosyolojinin kurucularından kabul edilen İbn-i Haldun, Mukaddime isimli başucu eserinde toplumların çöküşüne ilişkin şu belirtilerin altını çiziyor:
•Dayanışmanın yok olması
•Üretimin zayıflaması
•Tüketim çılgınlığı
•Vergilerin artması
•Liyakatin dikkate alınmaması
•Adaletsizliğin yaygınlaşması
•Göçün hızlanması
•Gurur ve kibir.
Bir tanesi bizde olmasa sevineceğiz.
Hepsi var ne yazık ki!
Dayanışma kültürümüz sadece acı ve felaketler olduğu zamanlarda işliyor onun ötesinde tamamen birbirine yabancılaşmış ve kutuplaşmış bir haldeyiz nicedir.
Üretim zayıfladı ve çiftçisinden, esnafından tutun KOBİ ve büyük işletmelere kadar her sektörde daralma var.
Tüketim çılgınlığının akılların almadığı bir boyutuna evrildik. Borç borç üstüne koyma pahasına tüketim çılgınlığından vazgeçmiyoruz, önü alınmaz bir yaşam formatındayız. Sonrasında ekonomik yıkımlarla beraber yaşanılagelenleri görsek de ayağımızı yorganımıza göre uzatmayı nicedir bırakmış vaziyetteyiz.
Vergiler…
Tabiri caizse toplum olarak vergisiyle, harcıyla, özel işlem ücreti gibi yeni icatlarla tümüyle devletin koyduğu yükümlülüklere gark olmuş haldeyiz. Her üründe, her hizmette, her işlemde ürün ve hizmet kadar harç/vergi ödüyoruz.
Liyakat… Zaten son 20 yılın en büyük enkazı liyakatsizliğin ortaya çıkardığı manzara olsa gerek. Tüm kamu kurumlarında büyük bir niteliksizlik yaşanıyor ki bu aynı zamanda devlet kurumlarına olan güveni yerle bir etmiş durumda. Akıl almaz nice olay liyakatsiz kadro ve atamaların eseri olarak önümüzde dururken iliklere kadar bulaşan siyaset etkenli yapılanma sebebiyle tüm devlet kurumlarında herkesin gördüğü çıplak bir yıpranma günden güne kötüye gidiyor.
Adaletsizlik… 
Ekranlarda, basında, sokakta zaten ülkenin en önemli gündem maddesi adaletsizlik. Sokakta yürümenin ve sabah çıktığınız evinize akşam sapasağlam dönebileceğinizin garantisi olmamasının tek sebebi kuşkusuz ceza infaz yasasının ve diğer ceza mevzuatının yetersizliği.
Onun dışında salt cezai yönden değil işe alımlardaki kayırma ve torpilden, devlet kurumlarındaki ballı üç dört yerden alınan maaşlara, Sayıştay’ın raporladığı usulsüzlüklerden tutun tasarruf derken devletin inanılmaz israfına; benden senden ayrımının yarattığı hayal kırıklıklarına kadar her şeyin sonu adalet kavramına gelip karşımıza adaletsizlikler silsilesi olarak çıkmıyor mu?..
Göçün hızlanması..
Türkiye’de yönetenlerin hala durumun vahametini görmek istemedikleri belki de en büyük sorun bu. Türkiye’nin demografik yapısı tümüyle genç erkek istilacılarla inanılmaz şekilde değişiyor. Türkiye sınırlarını kapatmanın yolunu bulamadığı sürece 10 yıl sonra halimizin ne olacağını kimse kestiremiyor. Bu konuda tüm uzmanların “SOS” şeklindeki feryat ve uyarıları ise maalesef duyulmuyor.
Gurur ve kibir.
Siyasetin ve makamların geçici olduğu unutulduğu zaman koltuğun, makamın verdiği güce kapılanlar elbette gurur ve kibirin tavan noktasına vuruyor. Sonraki inişleri acınacak hale dönüşse de verdikleri zarar yıllar içinde telafi edilemiyor.
İlhan Şeşen bizim için söylemiş, İbn-i Haldun da o zamanlardan bu zamanları tarif etmiş…
“Neler oluyor bize”
Makul, aklıselim, sağduyulu, vicdan sahibi, doğru ile yanlışı ayırabilen milyonlarca insan bunu söylüyor; görmesi gerekenler ne olup bitenin farkında, ne de bir kelime olsun duyuyorlar!
Ne acı!