Türkiye Cumhuriyeti'nin 101. kuruluş yıldönümünü kutlamaya hazırlanıyoruz. O vesileyle geçen yıllarda kaleme aldığım 'Türkiye'nin kaderi üzerine' genel bir analizi içeren yazımı biraz güncelleyerek ve de özetleyerek sizlerle bir kez daha paylaşmanın yararlı olacağını düşünüyorum. Bu kez "Memleketin kaderi mi?" başlığını attığım yazımı sunuyorum;

Türkiye'de özellikle 1980’li yılların ikinci yarısından itibaren Turgut Özal’ın Anavatan Partisi ile ‘tek başına iktidar’ olduğu yıllarda liberal ekonomi modelinin ısrarla uygulandığı süreçte, sayıları her geçen gün daha da artan birçok yabancı şirket ve kuruluş faaliyet gösteriyordu. Bunun yanında birçok yabancı bankanın ve finans kuruluşunun da Türkiye'de faaliyet gösterdiği görülüyordu. Ülkemiz insanı o günlerden bu günlere kadar borçlandırma yoluyla yani katlamalı faizlerle adeta ‘kanı emilircesine’ sömürülmeye devam edildi. Türkiye, kapitalist batı toplumu için tam bir ‘faiz cenneti’ konumuna gelmiş durumdaydı. Bugün içinde aynı şey söylenebilir elbette…

O günlerden bugünlere ülke ekonomisi, her anlamda dışarı bağımlı hale getirilmiş, halkın satın alma gücü görünüşte artmış gibi görünse de aslında borçlandırma yoluyla artmış görünen gelir düzeyi diğer kapitalist ülkelerle kıyaslandığında oldukça düşük gözükmektedir. Türkiye’de nüfusun sadece küçük bir azınlığı refah ve bolluk içinde görünürken ülke insanının büyük bir çoğunluğu ise açlık ve yoksulluk sınırında yaşam mücadelesini güçlükle verebilmektedir.

Türkiye'de çeşitli ideolojik düşünceleri benimseyen irili ufaklı 45-50 civarı siyasi parti bulunmaktadır. İslamcı, muhafazakar, sosyal demokrat, milliyetçi, solcu, komünist, liberal gibi siyasal düşünceleri taşıyan siyasal partilerin büyük bir çoğunluğu ‘tabela partisi’ ya da modası geçmiş kimi siyasi liderlere odaklı ‘fan clup’ niteliğinin ötesine gidememiş yani bir türlü ‘kitleselleşme düzeyine erişememiştir!’

Dolayısıyla çoğu siyasi parti büyüyememiş ve güçlenememiş güçlü ve kalıcı siyasal partiler olarak mevcudiyetlerini korumaktadırlar. Türkiye'de yakın geçmişte ‘kısa dönemler içinde de olsa sol partiler’ de iktidara gelmişlerdir. Ama uzun yıllardır Türkiye'de kendilerine ‘merkez sağ’ diyen partiler iktidara gelmektedir. Son 22 yıldır da 'İslami değerleri' ön planda tuttuğunu söyleyen parti, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidardadır. Aslında hangi parti iktidar olursa olsun, mevcut sistemi bir şekilde devam ettirmeye çalışmaktadır. Olayın özü bence tamamen şudur; “Şöyle bir düşünün isterseniz, Türkiye, büyük ve verimli bir bahçedir. Bahçenin etrafı duvarlarla yani aşılması zor engellerle çevrilmiştir. Türkiye'nin sadece bu bahçenin içerisinde hareket etmesi isteniyor. O bahçenin içinde ise ancak belirli kurallarla hareket edebileceği belirtiliyor. Örneğin, bu bahçenin de sadece bir kapısı var. O kapının da kontrolü maalesef Türkiye'de değildir. Türkiye'de iktidara gelen her parti de sadece bahçenin içinde oynayabiliyor, gözükmektedir. Yakın geçmişten bu yana iktidar olanlar kendilerine verilen direktifleri ancak bu bahçenin içinde uygulayabiliyor yani icraat eyleyebiliyor. Geçmişten günümüze iktidara gelen partilerin bence birbirinden tek farkı, bahçe düzenini nasıl yaptıklarıyla sınırlı ve kısıtlıdır. Yani o bahçeyi nasıl ekip biçtikleri, nasıl kısıtlı miktarda da olsa ürün alabildikleridir aslolan…

Ama temelde hepsinin yapabileceği her şey sınırlı kalmış, yıllar boyunca hiçbir parti veya siyasal lider bu alanın yani o bahçenin dışına çıkamamıştır. O bahçenin dış kapısının da kontrolü kendilerinde hiçbir zaman olmamıştır. Dış kapıyı zorlamaya kalkan olursa da çeşitli oyunlarla, yani yapay biçimde oluşturulan kaos ve kargaşalarla, bahaneleri bir şekilde hazırlanan darbelerle o partiler iktidardan düşürülmüşlerdir. Diğer tarafta Rusya'nın başını çektiği grubun da tam anlamıyla koordineli ve gayet iyi bir grup olduğu söylenemez. Sovyetler Birliği'nin çökmesiyle bu grupta büyük bir değişim yaşanmıştır. Ama şu kadarını da söylemek gerekirse Türkiye, bugün batı yerine bu grubu yani Rusya ve Çin'in yanlısı kabul edilen doğu grubunu seçmiş olsaydı, daha farklı bir düzeyde ve düzende olurdu. En azından ikiyüzlü, batının acımasız kapitalist düzeninden ve aşırı sömürücü politikalarından bu kadar etkilenmezdi, kanaatindeyim. Türkiye'nin etrafı bu denli duvarlarla çevrili ve tek bir kapısı olan bu bahçenin dışına çıkması çok mu zordur? Asıl yanıt bulunması gereken soru budur. Bu mevcut düzende, bunu yapması zor olsa da bence olanaksız değildir. Belki çok büyük bir savaş verilmesi gerekmektedir. Belki yeniden büyük bir savaş sayesinde bu düzen değişebilir. Örnek vermek gerekirse, İran, uzunca bir süredir bu sisteme direniş göstermektedir. Bu nedenledir ki İran tamamen dış dünyadan yani Batı dünyasından soyutlanmaya çalışılmaktadır. Günümüz Türkiye'sinin belki de kendine özgü sistemini kurması gerekiyor. Onun için çok güçlü ve modern bir orduya ihtiyacı vardır. Ayrıca Türkiye’nin İslam coğrafyası içinde adaletli ve güçlü bir birlik oluşturması da olumlu sonuçlar getirebilir ama günümüzde İslam coğrafyasında yaklaşık yarım asırdır süregelen savaşlar ve yoğun kaos çatışma ortamında bu türde bir seçenekte olanaksız gibidir. Hele ki bugünlerde bunu yapabilmek hatta başarabilmek hayalden öte beklentiler düzeyindedir ve en azından yakın geleceğe kadar o düzeyde kalacak gibi gözükmektedir. Kanımca dünyanın da bu iki gruba karşı, yeniden bir adaletli sisteme, düzene ihtiyacı vardır. Öte yandan Türkiye'nin 101 yıllık bu kış uykusundan(!) uyanması gerektiğini dile getiren görüşler de halen mevcuttur ama ben şahsen bu türden görüşleri hiçbir zaman ciddiye almıyorum. O türden görüşleri ortaya atanların başka maksatlar peşinde olduğunu düşünüyorum. Çünkü biz Türklerin Atatürk'ün kurduğu laik, demokratik Cumhuriyet'ten başka seçenekler araması günümüzün ortam ve koşullarında hiç ama hiç mümkün değildir, diye düşünüyorum.  O nedenle tüm bunların yanı sıra Türk halkının da gözünü açması da gerekmektedir…

Ülke siyaset arenasına çok cesur, hiç korkmayan, sadece Türkiye'nin çıkarlarını düşünen yeni, taptaze ve hiç kirlenmemiş siyasetçiler gelmesi beklenmektedir.  İşte o gün geldiğinde ‘Tam bağımsız bir Türkiye için’ gerekirse her şey göze alınmalı ve ödün vermeden derhal gerçekleştirme yoluna gitmelidir…