Sekiz yaşında bir kız çocuğunun ölümü neredeyse bir aydır aydınlatılamadı. Yüzlerce kız çocuğumuzla Narin kızımız da aynı kaderi yaşadı. Herkes susuyor, yapılan canilik ve failleri gözümüzün önünde duruyor. Devletin yetkili bir makamı şu veya şunlar yaptı diyemiyor. Kamuoyu baskısı ve tepkiler üzerine biraz yol alınsa da halen faili meçhul olarak önümüzde duruyor. Toplumun adalete güveni kalmamış durumda. Sonuç olarak olay birilerinin üzerine yıkılacak, asıl katiller elini kolunu sallayarak aramızda dolaşacak.
Günümüzdeki teknolojik imkanlar, son sistem tıbbı cihazlar ve kriminal incelemelerde çağ atlamış ülkemiz, sekiz yaşında bir çocuğun ölümünü ortaya çıkaramıyor. Bu vahşeti yapanların sırtını kimlere dayadığını, hangi güç ve hangi örgütün onları koruduğunu varın siz düşünün. Olan bitene göz yaşlarıyla kahkaha atıyorum. Acıyorum gülünecek halimize.
Çocuklar diyorum! Masum sabi çocuklar. Cehalete, çıkarlara, yasak aşklara, merhametsizliğe, gerici kafalığa harcanan çocuklar. Kendi namuslarını kurtarmak ve aklamak uğruna yok yere öldürülen günahsız çocuklar. Coğrafyamızın kaderimiz olduğu bu topraklarda, örf ve adetlerimize kurban ettiğimiz çocuklar.
Bir anne dokuz ay karnında taşıdığı çocuğunu nasıl ölüme gönderebilir? Doğur, büyüt ve tüm cefasını çek sonra ölmesine ses çıkarma! Namus dediğimiz coğrafyamıza ait kavram, bir çocuğun yaşam hakkından daha değerliyse ben namussuzum! Sen namussuzsun! Biz namussuzuz! Namusu doğrulukta, edepte, ahlakta ve güzelliklerde aramayıp, iki bacak arasında arayanların bizi getirdiği son durum budur. Namus, sekiz yaşında bir çocuğun hayatına son verecek kadar önemliyse hepimiz namussuzuz.
Ve en önemlisi Adalet! Mahkeme duvarlarına yazılan altı harften oluşan kelimeden başka bir şey ifade etmeyen adalet. Osmanlı’yı kendine yaşam modeli edinmiş “biz Osmanlı torunuyuz” diyerek cübbe ve takke ile ortalıkta gezen insanlar. Ve bunların her biri birer tarikata üye durumunda. Devletimizin her kurumuna sızmış birilerinin arkasını dayadığı tarikatlar.
Bir yazı okudum ve halen ülkemin güzelliklerine dair umutlarım arttı. Şöyle diyordu; “Bizim Ege civarlarında hiç çocuk tecavüzü falan olmaz. Sebep? Burada tarikat yok.” Atatürk’ün düşmanı denize döktüğü yerde nasıl olsun ki? Sadece ulu önderin şu sözlerini rehber edinsek yeter.
“Efendiler ve ey millet! İyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti; şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru ve en hakiki tarikat, tarikat-ı medeniyedir. Medeniyetin emrettiğini ve talep ettiğini yapmak, insan olmak için kâfidir.”
Hep söyleriz! Bu ülkenin gözü kara savcılara ihtiyacı var. Kimsenin baskısı altında kalmadan ve korkmadan kararını verecek hakimlere ihtiyacı var. Hipokrat yeminini metinden okuyarak değil vicdanıyla uygulayacak doktorlara ihtiyacı var. Bildiğin doğruları söyleyerek, korkmadan, kimseye boyun eğmeden ve vicdanlı insan olarak ölmek korkak yaşamaktan daha onurludur. Sen yanmazsan, ben yanmazsam, o yanmazsa, karanlıklar nasıl çıkar aydınlığa?
Sağlıcakla…
Damga Gazetesi’nden alıntıdır.
Yorum yapın