Sizlerde biliyor ve de gözlüyorsunuz elbette. Ülkemizde özellikle 2015 yılında beş ay arayla yapılan milletvekili genel seçimleriyle başlayan ve 2017’de Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçişi sağlayan referandumundan sonra sürat kazanan 2018 yılındaki Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili genel seçimleriyle doruğa ulaşan muhalefetin her türlüsünü baskı altına alarak susturma ve hatta yok etme süreci olanca yoğunluğu ve artan etkisiyle günümüzde de devam etmektedir. Bence, mevcut iktidar iki sebepten dolayı bu süreç boyunca doludizgin muhalefete saldırıyor, diye düşünüyorum. Birincisi, baskı altında tutulan kitlelerin bıçak kemiğe dayandığı kadar dayanınca ‘yeter artık’ diyeceğinden kaygı duyuyor, ikincisi ise Atatürk’ün kurduğu laik Cumhuriyet ile olan ‘kindarlık ve hasetlik dolu tarihsel hesaplaşmayı’ tamamlamak istiyor!..

İfadelerimi çok sert ve keskin bulabilirsiniz ama bu sözlerimin amı cimi yoktur, bu böyledir, çünkü doğrusu budur. Lafı evirip çevirmeye hiç ama hiç gerek yoktur.

Öteden beri söylüyorum; ‘Ucuz hesaplar yapmak ve bu ucuz hesaplarla ittifaklar kurmak, kurmaya çabalamak hiç kimseye yarar getirmez!’

Dahası ‘İlkesel bir tutum takınmayan hiçbir oluşum veya hiçbir kimse, yaşadığı toplumu asla ikna edemez!’ Düşünün bir kere, karşımızda malzemesi ve donanımı gayet iyi ve de bol olan karizmatik bir hatip var. Üstelik o şahsiyet tarihsel ve kendine göre uhrevi(!) bir görevi ve ödevi yerine getireceğine inanarak bu yola çıkmış, son aşamaya gelmiş durumdadır. O ve onlar için dava budur. O davanın başarıya ulaşması ve egemen kılınması için izlenen yol da bellidir. Şöyle ki; ‘Din ve milliyetçilik’ kolay pazarlanan ve eleştirisi gayet güç kavramlardır. Buna karşılık günümüzde ‘Özgürlük, Adalet, Eşitlik’ kavramlarının 'müşterisi yok' denecek kadar azdır. O halde yapılacak şey bellidir. Bazı meseleler vardır ki, tartışmaya açıp, ricat ettiğiniz yani geri çekildiğinizde vakit kaybedersiniz. ‘Laiklik’ kavramı bunun başında gelir. Bakmayın geçmişte hemen herkesin şimdi ise bazılarının ‘laiklik’ diye haykırdığına, bağırdığına...

Hani terbiyem müsait olsa o sözde laikçilere ‘Geçti Bor’un pazarı, sür eşeği Niğde’ye’ diyeceğim ama bu saatten sonra desem ne olacak demesem ne olacak ki!..

Çünkü geç algılansa ve anlaşılsa da bilhassa bugünlerde laikliğin hak ettiği anlamı ve değeri toplum nazarında anlam kazanmasından ve benimsenmesinden memnunum, hatta mutluyum. Görüyor ve yaşıyoruz, ‘laiklik’ olmadan başımıza gelenler ve de gelebilecekler ortadadır. Ancak şu an çok derin ve epeyce yakıcı bir sorunla karşı karşıyayız ve yine aynı hatayı yinelemeden bir 'direnç kalkanı' oluşturmak zorundayız. ‘Nedir bu?’ Diye soracak olursanız. Hatırlayınız lütfen, Cumhuriyet gazetesi 2007’de ‘Tehlikenin Farkında Mısınız?’ sloganıyla bir reklam kampanyası başlattığında, geniş bir liberal kitle, adeta iktidarın ekmeğine yağ sürerek tüm karşıt kitleye adeta saldırır gibi harekete geçmişti. Bugün adına FETÖ denilen o zaman ki cemaatin yatağında yatan, AKP’nin koltuk değneği sayılan bu karşıt kitlenin çoğunluğunu işte o liberal kesim, siyasal İslamcıların etki alanı dışında kalan kalabalıkları da o kutuplaşmanın etkisiyle ikna etmiş, ‘ne demek yahu, tehlikenin farkında mısınız, demek, ne tehlike var ki ortada’ diye tepki konulmasına sebep olmuştu…

O zaman o liboşların ellerine tüm olanaklar sunulmuş onlarda bunu gayet iyi kullanmışlardı. İzleyen süreçte adeta ‘laiklik’ demek suç olmuş, ‘Cumhuriyet’ ise fiilen buharlaştırılmıştı. Neyse şimdi tüm bunları geçmişle dolayısıyla birileriyle hesap görelim, diye anımsatmadım. Zaten böyle günler hesap görme günleri değil zalime karşı dayanışma, dik durma günleridir. İnsan olmanın temel değerleri kinciliği, intikamcılığı değil bunu gerektirir. Her türlü baskıya karşı özgürlük için mücadele etmeliyiz. Bu mücadeleyi de birileri veya bazı kimseler için değil kendi inandığımız değerler için yapmalıyız. Tüm bunları neden vurgulayarak anlatıyorum biliyor musunuz? ‘Balık hafızalı olmak’ yani kolay unutmak bu coğrafyanın kronik hastalığıdır. Zaten bu günlere hep kolay unutarak geldik ve o yüzden başımıza gelmeyen kalmadı, tadımız, tuzumuz, bereketimiz kaçtı. Oysa karşımızda saflarını sıklaştırarak büyüyen, büyüyünce kocaman(!) olunca da eline geçirdiği güçle hayatımızın tüm alanlarının kaplayan ve adeta yaşamı bize zindan etmeye ant içmiş, despotça egemen hale gelen yani bir başka deyişle muktedir olan bir ‘azgınlaşmış siyasal güç’ karşımızda durmaktadır. 'İnandığımız ilkeler olmasa hala ayakta kalmamız asla mümkün değildir!' Diye düşünüyorum. Enseyi tümden karartmayalım yani sizin anlayacağınız…

O yüzden bir kez daha haykırarak ben de ifade ediyorum; Siz hala tehlikenin farkında değil misiniz?..