Çocukken meyve dolu bir ağaç gördüğümüzde, en kestirme yoldan taşlayarak, meyvelerin yere düşmelerini sağlardık…

Meyvesi olmayan ağaçlara dönüp bakmazdık bile. Ne işimiz olurdu ki meyvesiz ağaçla. Amaç o dallardaki meyveleri yemekti. O büyük ağaçların, yüksek dalların altında küçücüktük, acizdik…

O yüzden taşa sarılmak da çok normaldi. Ağaçların üzerinde ki meyveler kadar normal ve sıradan. Büyüdükçe, boyumuz uzadıkça meyve veren ağaçları taşlamayı da bıraktık. Ulaşabildiğimiz uzanabildiğimiz yerler çoğalmıştı çünkü, taşlara gerek yoktu artık...

Meyve veren ağaç taşlanır’ demiş atalarımız. Büyüdükçe anladım ki bu atasözü, sadece çocukluğumda taşladığım o meyve ağaçlarını anlatmıyormuş. Diğer bütün atasözlerimiz gibi, hayatın içinden, yaşanarak, tecrübe edilerek, damıtılarak ortaya çıkmış…

Tıpkı meyve veren ağaçları taşlayan çocuklar gibi, kendilerinden üstün gördüklerini taşlayan insanlar da çok var etrafımızda. Dikkat ettiyseniz çalışan, üreten, becerikli, başarılı insanlar, sürekli eleştiri alırlar, sürekli göz takibindedirler, nedense hep aşağıya çekilmek istenirler…

İnsanın içindeki ‘hasetlik’ ve ‘kıskançlık’ duyguları kabarmaya görsün, gözü bir döner ve içinde ki hırsı da dizginleyemez. Kendisini bir savaşın içinde zannederek, elindeki bütün silahlarını da kullanmaya başlar. Çeşitli hileler, yağcılık, yalakalık, sinsilik, sahtelik, yalan dolan bildiği ne varsa kuşanıp çıkar savaş meydanına!.. 

Kendinden üstün gördüğü, has etlendiği düşmanıyla başa çıkamadığında ise bu sefer de başlar çelme takmaya, çamur atmaya, bel altından vurmaya, taş atmaya…

Bu taşlar çocukluğumuzdaki taşlar değil!..

Aslında kendisini, karşısındakinin yanında güçsüz hissettiği durumlarda yapıyor bütün bunları. Kendi farkında olmasa da bütün bu hileleri, taşlamaları sadece onun kendi güçsüzlüğünü, acizliğini açığa çıkarıyor…

Aslında insan, bütün bu entrikalara harcayacağı enerjiyi, kendi iç dünyasını geliştirmek için, kendini iyileştirmek için harcamış olsa, iyinin de iyisi olabileceğini, takdir edebilmenin ne kadar büyük bir erdem olduğunu anlayabilir. Kendine güveni ve inancı olmayan insanlar, kendinden üstün gördüklerini eteklerinden tutup aşağıya çekmek ister…

Toplum içinde her birimiz diğerinden farklıyız. Her birimiz bu toplumun mozaik taşlarıyız. Bu farklılıklarla önce birbirimizi sonrada toplumu tamamlıyoruz. Birbirimize haset etmek yerine emek vermeliyiz, hepimiz taşın altına elimizi koymalıyız. Sonuçta insanın verdiği emek de ettiği haset de yine kendisine dönecektir!..