Yazımı başlığını görenler hemen şu soruyu soracaklardır; “Yahu neyi nerden tutsan elinde kalıyor? Hele bir anlat bakalım!..”

Haklısınız, hemen anlatayım, böylece bu türden sorularınıza topluca yanıt vermiş olayım…

Efendim, anlatmaya önce genelden başlayıp sonra yerele geleyim o zaman. Küresel güçlerin siyasi, ekonomik, finansal dayatmalarıyla ‘durduk yere’ 13-14 yıl önce birden ‘düşman’ edilen Suriye ile yine küresel güçlerin dayatma ve ‘Konjonktürel’ baskılarıyla şimdi yeniden ‘dost ve kardeş’ olmak amacıyla adeta ‘amuda kalkıp, ters takla atarak’ yoğun bir çaba içine girmiş bulunuyoruz(!) Suriye ve lideri Esat ile düşman olduğumuz süreçte ‘ne kazandık?’ diye soracak olursanız ‘hiçbir şey!’ yanıtını sadece ben değil bu memlekette sadece ben değil, aklı biraz başında olan hemen herkese verecektir, kanısındayım. Bunun yanında ‘ne kaybettik?’ Diye soracak oluşanız da ‘ÇOK ŞEY KAYBETTİK!’ yanıtını da hemen herkes, epeyce gür sesleriyle haykırarak verecektir, kanaatini kuvvetlice taşımaktayım. En başta sayıları resmi rakamlara göre beş milyonu aşan, gayri resmi rakamlara göre on milyona ulaşan ‘kaçak göçmen’ veya bir başka deyişle ‘mülteciler sorunu’ ile uzun yıllardır baş başayız. ‘Türkiye Cumhuriyeti’ devletine ve bu devletin vatandaşlarına hem ekonomik hem de siyasal yönden ne onarılmaz toplumsal yaraları açan bu mülteci sorunu ülkemizdeki iktisadi gerilemenin, gelişmenin ve kalkınmanın önünde halen en büyük engel olarak durmaktadır. O yüzden ‘çok geçte olsa Suriye, dolayısıyla Esat ile barışma çabalarını destekliyor, memnuniyetle karşılıyorum. Umarım; ‘Suriye’ye ve Esat’a uzatılan dostluk eli havada kalmaz, karşılık bulur ve bu mülteci sorunundan hemen birden olmasa da bir takvim çerçevesinde aşamalı da olsa kurtulmuş oluruz.’ Aksi halde şu an da bile çok vahim seyreden ülkenin mevcut sorunları gün geçtikçe daha kabararak artacaktır, diye korkarım…

Söze ‘nereden tutsan elinde kalıyor’ diye başladık ve söze en uygun örneği de genel anlamda verdik ama bu türden örnekleri ‘ülkemizin bu ahval şeraiti içinde’ çoğaltarak yani ‘nereden tutsan elinden kalacak ölçüde’ kronikleşen ve de çözüme yönelik değil de sorunların çözümsüz kalmasına, beceriksiz idare tarzı nedeniyle o sorunların kilitlenmesine yüz tutmuş hale gelen ülkedeki hal ve gidişatına ‘bendenizin nereden tutsan veya tutmaya kalksan elinde kalıyor demesi’ herhalde ‘çok keskin’ ve de ‘çok acımasız bir eleştiri ifadesi’ olmasa gerek!..

Bugünkü yazımı özellikle kısa tuttum. Belki yarın belki de öbür gün, daha öteki devamını yani ‘nereden tutsan elinde kalıyor!’ Deyişinin yerel yansımalarını, yerel de buna ilişkin ‘neleri nasıl anlatmak gerektiği üzerine’ görüş ve düşüncelerimi, elbette eleştirileri yine biraz sivri ve keskin ama nüktedan biçimde anlatmaya çalışacağım. Bugünlük de bu kadar deyip yazımı noktalarken yarın bu sütunlarda tekrar sizlerle görüşmek üzere..