Merak; insanı yeni şeyler öğrenmeye iten, harekete geçiren, düşünmeye ve araştırmaya sevk eden en güçlü duygudur. Bir şeyi anlamak ve öğrenmek için duyulan istektir.

Kendini geliştirmek, yetiştirmek, yeni fırsatlar ortaya çıkarmak, başarı peşinde koşmak, yeni beceriler öğrenmek, yeni şeyler keşfetmek adına edilen merak, insanı her zaman bir adım ileriye götürür. Öğrenme isteğini diri tutar, düşünme yeteneğini geliştirir. Hayatımız boyunca, öğrenmenin ardındaki itici güçtür merak…

Bunun tam tersi gereksiz duyulan merakın, gereksiz bilginin de insanın kendisi dahil hiç kimseye faydası yoktur. Hatta çoğu zaman zararı bile olur. Gereksiz merak; ‘boş muhabbettir’ aslında…

Tanıdığı hatta tanımadığı kişiler hakkında sorular sorup çıkarımlarda bulunan, yorum yapan insanlar doludur etrafımızda…

Aslında oldukça gereksiz ve ‘boş beleş muhabbetleriyle’ nasıl can sıktıklarının ya da belki karşı tarafı nasıl ‘zor durumda’ bıraktıklarının farkında bile olmazlar dizginleyemedikleri merakları yüzünden…

Bazı insanlar da vardır ki; karşıdan duyduğu ya da gördüğü kadarıyla, atıp tutarlar, ahkam keserler. ‘İşin aslı nedir?’ Diye hiç düşünmezler. Hakkında konuştuğu kişinin içinde bulunduğu şartları da hiç düşünmezler. ‘Belki de öyle olması gerekiyordur’ demezler. Her şeyi ‘kendi hayatları’ üzerinden ‘kendi şartları’ üzerinden ‘kendi çıkarları’ üzerinden değerlendirirler. Genellikle de yanılırlar. Ama bunları yapmak yerine, hakkında konuştuğu kişiye gidip de ‘hayırlı bir tek kelam’ etmezler ‘bir el dahi’ uzatmazlar…

Keşke çevremizdekilerin sevinçlerini, acılarını, üzüntülerini paylaşarak mutlu olabilsek ve paylaşarak onları da mutlu edebilsek! Her sözün ardında bir ‘art niyet’ aramasak ve her sözün arkasında bir kötü düşünce beslemesek…

Kimseye fayda sağlamayacak boş meraklarla zamanımızı harcamasak… Birilerine yararımız dokunmuyorsa eğer, zararımızda dokunmasa!..

Kişisel konularda gösterdiğimiz bu gereksiz merakın zerresini, toplumsal konularda da gösterebilsek…

Keşke duyarlılıkla merakı birbirine hiç karıştırmasak!.. 

Keşke Nasrettin Hoca’nın fıkrasında dediği gibi ‘sana ne, bana ne’ diyebilsek rahatlıkla hak edenlere…

Nasrettin Hoca bir gün eve doğru yürüyormuş. Meraklı bir arkadaşı arkadan seslenmiş: ‘aman hoca gördün mü biraz önce geçen helva kazanı ağzına kadar doluydu.’ Hoca istifini bozmadan ‘bana ne’ demiş. Arkadaşı ‘ama hoca helva kazanı sizin eve gidiyordu, buna ne dersin?’ Demiş. Hoca yine istifini bozmadan ‘o zaman sana ne’ demiş.

Sonuç olarak; diyebiliriz ki, insanların özel hayatlarına dair konularda ‘bana ne’ diye düşünmeyenlerin, karşılarındakilerden ‘sana ne’ lafını duymaları kaçınılmaz bir durumdur!..