Bazı insanlar var ki hayatın onlara karşı büyük haksızlık yaptığını sanırsınız. Dram edebiyatı yapar, öyle inanırsınız ki oturur bir de üzülürsünüz!..

Oysa arkada ipleri ellerinde tutan da düğümleri kendi elleriyle atanda kendileridir. Ama işin ilginç tarafı, kendileri mağdurdur!..

Bazen birini dinlerken içimden ‘Bu senin kendi tercihin değil miydi?’ diye sormak geçiyor ya da ‘Şu anda sırf kendini mağdur göstermek için yalan söylüyorsun!’ demek geçiyor ama diyemiyorum.

Çünkü bu insanlar, kendi kararlarının sonuçlarıyla yüzleşmek yerine, yalan söyleyip sıyrılmayı, mağdur rolüne bürünmeyi tercih ediyor. Yaptıkları yanlışları, hataları bir drama senaryosuna çevirip, kendilerini bu senaryoda ‘haksızlığa uğramış başrol’ olarak sunuyorlar.

Bütün yolları ters ama kaybolduğunda haritayı suçlayan insanlar…

Yanlış seçimler, yanlış kararlar, düşünmeden yapılan hareketler, düşüncesiz, kırıcı sözler…

Sonra bir bakıyorsun, bu yanlışları yapan değil, onlardan zarar gören suçlanıyor. Hata onların ama suçlu ‘gerçek mağdur!’

Kendi hatalarını görmezden gelip, mağdur edebiyatıyla kendilerine destek arıyorlar. Oysa gerçek şu ki, çoğu zaman kendi yangınlarını kendileri çıkarıyor. Bu insanlar için her şeyin sorumlusu karşı taraftır, başkalarıdır ama asla kendileri değildir. Bir hata yaptıklarında, yanlış bir karar verdiklerinde ya da söyledikleri sözlerin sonucu ağır olduğunda dönüp kendilerine bakmazlar. Çünkü onların dünyasında ‘Ben nerede hata yaptım’ sorusuna pek yer yoktur. Bunun yerine hemen ‘Ben bu hale nasıl geldim’ diye hayıflanırlar.

Üstelik öyle bir inanarak anlatırlar ki, başlarına gelen her şey dışardan bir güç tarafından tasarlanmış büyük bir kumpas gibidir…

Kendi hataları yüzünden zorda kalan insanlar, çoğu zaman başkalarının vicdanına oynarlar. Haksızlığa uğradıklarına inandırmaya çalışırlar etrafındakileri. Oysa biraz durup geçmişe dönseler yaptıkları yanlış kararları, kırdıkları sözleri, göz ardı ettikleri gerçekleri görebilirler. Ama bu zor yol çünkü hatalarını kabul etmek, sorumluluk almak demektir…

Sorumluluk almak ise cesaret ister, öz eleştiri ister. Oysa mağdur edebiyatı yapmak çok daha kolaydır hem insanlardan destek toplarsın hem de kendini iyi hissedersin…

İşin daha da vahim olan ve de düşündürücü tarafı, bu insanlar sadece kendi hatalarını görmezden gelmekle kalmaz, çevrelerindeki insanları da suçlamaya başlarlar. Bir bakmışsın, hatalı olan onlar ama suçlanan sensin. Onların suçlarını, hatalarını yüzlerine vurmaya çalıştığında da büyük bir öfke ve inkârla karşılaşırsın. Çünkü onların gözünde suçlu hep başkasıdır…

Mağdur edebiyatı yapanlar, aslında farkında olmadan hayatlarını bir drama sahnesine çeviriyorlar. Kendilerini başrol yapıp etrafındakileri figüran gibi görüyorlar. Peki, ama gerçekten mağdur olanlar ne olacak?

Onların sesi bu kadar duyulmuyorken, bir hata sonucu mağdur rolüne bürünenlerin sesi neden bu kadar yüksek çıkıyor?..

Hayat maalesef her zaman adil değil. Gerçekten haksızlığa uğrayıp mağdur edilen insanlar da var, kendi yanlış kararlarının, hatalarının sonuçlarını üstlenmeyip sürekli başkalarını suçlayanlar da var. Bu insanlar sadece kendilerini kandırmakla kalmaz, çevrelerindeki insanları da yorar, tüketir ve de güven kaybettirir. Bir noktadan sonra insanlar, bu tür kişilere kulak bile asmaz hatta onlardan uzaklaşır…

Sonuç olarak; gerçekten mağdur olanlarla, mağdur rolüne sığınanları ayırt etmek çok önemli. Aslında en büyük adaletsizlik, gerçekten mağdur olanların sesini, mağdur rolü oynayanların kuru gürültüsünde kaybetmektir…