Anımsayacaksınız, düpedüz Amerikan emperyalizmi destekli FETÖ terör örgütünün önderlik ettiği kalkışmanın, kanlı darbe girişiminin üzerinden yaklaşık dokuz yıl geçti. Bu ihanet, casusluk ve terör örgütünün 15 Temmuz 2016’daki ‘o hain kalkışma, o kalleş ve kanlı darbe girişimi’ bana göre; bilerek veya bilmeyerek aynı zamanda ‘bir işgal ve iç savaş girişimiydi’ kanaatindeyim…
Öyle zannediyorum ki; İktidar partisi başta olmak üzere, pek çok siyasi partinin açık, örtülü ve örgütlü desteği yanında, liberallerden, Neo liberallerden, numaracı cumhuriyetçilerden, etnik milliyetçilerden, mezhepçilerden, liberal solculardan, ‘yetmez ama evet’ takımından ve güruhundan da çok büyük destek alan FETÖ; çok örgütlü her yere erişebilen uzun kollu bir yapıydı. Siyasette, bürokraside, iş dünyasında, meslek kuruluşlarında, oda ve borsalarda, demokratik kitle örgütlerinde, spor kulüplerinde, medyada, üniversitelerde, eğitim kurumlarında, yargıda geniş, güçlü bir ağ kurmuştu. Mali yapısı da çok güçlüydü o zamanlarda…
15 Temmuz 2016’dan bu yana yani yaklaşık dokuz yıldan beri atılan onca adıma rağmen, halen FETÖCÜ tüm kadrolar devletten temizlenmiş, yargı önüne çıkarılmış, yurtiçi ve yurtdışındaki mali, siyasi destekleri kesilmiş değildir, düşüncesindeyim. O nedenle diyorum ki; siz siz olun ‘FETÖ bitmiştir, bitirilmiştir’ diyenlere sakın kanmayın, aldanmayın!..
Yine sanırım anımsayacaksınız, 15 Temmuz 2016’ dan önce ve de özellikle ‘17/25 Aralık süreci’ öncesinde bizdeki özgürlükçü, demokrat geçinen Liberal kesim; FETÖ ve FETÖCÜLERİ adeta şirin ve masum göstermek için, sürekli olarak ‘hizmet hareketi (FETÖ) bir sivil toplum kuruluşudur’ dediler. FETÖCÜLERİN gazetelerinde yazıp, üniversitelerinde ders verip, kuruluşlarında konuşup, televizyonlarında programlar yaptılar. Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığında buluştular ve hiç utanmadan o hainlerle kol kola yürüdüler. Demokratik bilincin, özgür iradenin, serbest tartışma ortamının, itirazın, muhalefetin, eleştirinin, özeleştirinin, adil ve saydam seçimlerin olmadığı bir ortamda, demokrasinin, siyasi partinin, demokratik kitle örgütünün, ‘sivil toplum kuruluşunun’ olamayacağını görmediler, bilemediler, aslında anlamak ve bilmek istemediler…
Çünkü hem Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığında, güçlü bir müttefike sahiplerdi, hem olanakları çok geniş olan ‘Fetullahçı yapının kanatları altında’ yükseliyor, ünleniyor, güçleniyor, zenginleşiyorlardı. Liberallerin dilinden hiç düşmeyen, ‘daha az devletçilik, daha fazla özgürlük’ söyleminde özgürlük, serbest piyasayla liberal ekonomik düzenle ‘eş anlamlı’ sayılıyordu. Onlara göre; özgürlük ve demokrasiden anlaşılan, sermayenin özgürlüğüdür, özelleştirmedir ve serbest piyasa ekonomisidir. FETÖ de serbest pazar ekonomisini savunduğundan, her iktidarla iyi geçindiğinden, her yerde kolu olduğundan, liberalleri çok fazla cezbetmiş o yüzden gaflete düşürmüştü. ANAP’ın kurucusu Turgut Özal’dan CHP’nin 1950’lerdeki ünlü genel sekreteri Kasım Gülek’e, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan DYP Genel Başkanı Tansu Çiller’e, Bülent Ecevit’ten hatta Süleyman Demirel’e dek çok sayıda siyasetçiyle iletişimi, ilişkisi güçlüydü bu FETÖCÜLER ile bir zamanlar…
Bizim sözde ‘demokrat ve özgürlükçü’ liberaller de artık herkesin bildiği gibi, her zaman gücü ve güçlüyü sever, gücü elinde bulunduran iktidarların yanında hemencecik konumlanırlar. İşte o liberaller; uzun yıllar ABD ve Avrupa’da da FETÖCÜLERİN gönüllü lobiciliğini de yapmışlardır. Onların önemli diplomatlarla, dini çevrelerle, siyasetçilerle, gazetecilerle, akademisyenlerle buluşmasına yardımcı olmuşlardır. 12 Eylül ürünü Turgut Özal’ı dahi ‘sivil, demokrat, özgürlükçü’ olarak göklere çıkaran bu dönek liberaller, FETÖ liderini de ‘İslam’ın dünyaya açılan yüzü, hoşgörü, uzlaşma ve diyaloğun simgesi’ olarak gösterebilmiş, karşılığını da her anlamda fazlasıyla almışlardır.
Sonuçta ben öyle düşünüyorum ki; iktidarı ve muhalefetiyle Türk siyaseti FETÖCÜLERİN gerçekleştirdiği ‘o hain kalkışma, o kalleş ve kanlı darbe girişiminin’ üzerinden yaklaşık dokuz yıl gibi bir süre geçtiği halde, gerekli dersleri çıkarabilmiş, laik Cumhuriyet’in önemini yeterince kavrayabilmiş, etnik, dinsel, mezhep temelli yapıların, kimlik siyasetinin, tarikat ve cemaatlerin demokratik siyasette yerinin olmadığını hala anlayabilmiş değildirler. O nedenledir, 15 Temmuz 2016 gecesi devleti sokaktan toplayan bu asil milletin bireyleri, bu vatan evlatları, bu ülkenin siyasetçilerden çok daha fazla öngörülü ve de feraset sahibidir!..
Yorum yapın