LAİK DÜZENDEN TEORATİK DÜZENE Mİ DÖNÜŞÜYORUZ?
Bu sıralarda bu soruyu sıkça biçimde kendime sormaya başladım. Bu kez sizlere sormak istedim. Ülkemizde özellikle 15 Temmuz 2016’daki o hain FETÖCÜ darbe kalkışması sonrasında demokrasiden otokrasiye, tek adam yönetimine geçişten yakınmalar, eleştiriler epeyce artmıştır. Bu son süreçte aslına bakarsanız ülke teokrasiye bir anda sürüklendi. Siyasal, toplumsal yaşam, hatta ekonomi; dini kurallarla, fetva, ayet, hadislerle yönetilmeye başlandı. Bazı kişiler, kendilerini Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcileri olarak görerek kıt aklınca nizam, intizam vermeye çalışıyor, karşı çıkanları da cezalandırmakla tehdit ediyor, hatta sudan bahanelerle cezalandırarak toplumu korkutarak sindiriyor. Siyasal düzende otokrasiye geçiş de teokrasiye yönelmenin kaçınılmaz sonuçlarından biridir. Türkiye, 1923’de kurulan Cumhuriyet ile önce fiilen sonra da resmen laik düzene geçmiş iken günümüzde birçok açıdan bakıldığında Osmanlı’nın da gerisine düşürülmüş, teokratik düzene doğru adeta bir dönüş, dönüşüm yaşanıyor. Bu arada yeri gelmiş iken belirteyim; Teokrasi, siyasal iktidarın Tanrı’dan kaynaklandığı, iktidarın Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcileri tarafından kullanıldığı inancına dayanan toplumsal düzenin adıdır. Tıpkı bugün İran’da, Afganistan’da olduğu gibi..
Laiklik ise dinsel ve siyasal otoritenin, din ve devlet işlerinin ayrıldığı, din kurallarının devlet ve siyaset dünyasından çıkarıldığı düzendir. Laiklik, dinin siyasal ve kamusal yaşam üstündeki etkisini sınırlayarak dini kuruluşların baskısından, güdümünden bağımsız siyasal ve toplumsal bir düzen oluşturmayı amaçlar. Laiklik Cumhuriyetin temel ilkesidir. Ulusal devlet ancak laiklik temeli üstüne kurulur. Teokrasi, ulusal devletle bağdaşmaz. Teokrasi, egemenliğin halkın olduğu demokrasiyle ki halkın egemen olarak kendisini vekilleri aracılığıyla yönettiği, yetkinin halkta olduğu Cumhuriyetle de bağdaşmaz. Laiklik olmadan asla milliyetçilik, halkçılık, devrimcilik de olmaz.
Mustafa Kemal Atatürk, büyük Nutuk’ta olduğu gibi CHP’nin ikinci kurultayında laiklik sözcüğü kullanılmamakla beraber, partinin devlet ve millet işlerinde din ve dünyayı birbirinden ayırdığı vurgulanmıştır. Laiklik, partinin 1931 kurultayında, devletçilik ve devrimcilikle birlikte ilke olarak kabul edilmiştir. Anayasaya 1937 tarihinde yapılan değişiklikle laiklik ilkesi de girmiştir, laiklik ilkesi daha sonra yapılan anayasa değişikliklerinde ilke olarak korunmuş, hatta 1982 Anayasası laikliği, anayasanın değiştirilemez, değişikliği dahi teklif edilemez Anayasa’nın temel ilkeleri arasında saymıştır. Anayasal düzenimizin laiklik olmasına karşın ülke, uzlaşı, hoşgörü söylemi, alalamasıyla laiklikten sürekli ödün vererek günümüze gelinmiştir. Dinci çevreler, sakin ama kararlı adımlarla ince, bana göre sinsice politikalar izleyerek her kazanımlarından sonra daha ileri adımlar atmışlardır, halen de atmaktadır. Bugünlerde gündemde olan İstanbul Sözleşmesi’nin feshini, Saray’ın isteği, iradesinden çok, laiklikten uzaklaşmanın bir parçası olarak görmek anlamak gerekir. İşin aslı kanımca şudur aslında; Ödün verilerek asla amaca ulaşılamaz; başarı da kazanılamaz. Ödün verilmeye başlandığında ‘söylem-eylem’ tutarsızlığı da başlar, güven yitirilir, ödünün nerelere ulaşacağı da kestirilemez. İlkeli olmak, dik durmak, ödün vermemek bazı çevrelerin eleştirilerini de dikkate almamak gerekir. Laiklik, Cumhuriyetin, ulusal devletin temel ilkesidir. O yüzden laikliğin siyasal ve toplumsal yaşamın vazgeçilmez, değiştirilemez düzeni olması için tutarlı, inançlı bir savaşım yani mücadele gerekiyor. Sizce de öyle yapılması gerekmiyor mu, Ne dersiniz?.
Yorum yapın