KUŞATILMIŞ, MASKELENMİŞ DEĞİL HER ZAMAN GERÇEKÇİ BİR YAŞAM

Hiç kuşkusuz, toplumsal yaşam içerisinde insanın düşünüş ve bakışını yansıtan duruşunun doğru
biçimde anlaşılmasını engelleyen nedenler her zaman var olacaktır. İnsanın bunu ortadan kaldırması
sahip olduğu olanaklar ölçüsünde olsa bile karşısındakinin algılama biçimi farklı gerekçeler üretmeye
hazır karşı çıkışlarla yeni kutuplar oluşturup anlaşılmayı engelleme gücüne sahiptir. Şöyle ki; ‘İnsanın
elbette kendisine ait çerçevelenmiş belli bir bakışı vardır. Bunu farklı perspektiflerle genişletme
olanağı olabileceği gibi başını kuma gömme misaliyle daraltma gücüne de sahiptir.’ O nedenledir ki;
‘Algı dünyasının düşünüş ve bakış biçimi üzerinde etkili olması insanın çerçevelenmiş bakışa
mahkum olmasının bence en önemli gerekçesidir. İnsanın düşünsel bakışının şekillenmesinde
yaşanılan çevre ve alınan eğitim formatının etkili olması onun dünya algısını da etkileyerek
davranışsal yansımalara dönüşmesi olasıdır. İnsanın bu davranışsal durumu ise içinde hazırlanmış
karşı çıkışları da barındırmaktadır. Çünkü sosyal çevrenin sunduğu modeller onun ne şekilde
biçimlenmesi gerektiğini isteyen verileri doğal olarak içinde barındırmaktadır.’
Kuşatılmış sosyal yaşam alanında olduğumuzu inkar edebilmek asla olanaklı değildir. Buna rağmen
sahip olduğumuz akıl yeteneğini kullanmaktan kendimizi yoksun bırakıp bırakmamak da kendi
elimizdedir. Düşünme eğilimi aynı zamanda çevrenin kuşatıcılığını yırtan ve doğru biçimde algılama
oluşturmanın da bir tür kalkanıdır.  Sosyal çevre ise bu durumu ‘fabrikasyon hatası’ olarak algılama
eğilimi göstererek gerekli önlemlere başvurmaktan kaçınmaz. Eğer insan çevrenin oluşturduğu
önlemlerin baskısına boyun eğerse süreç içerisinde kendisi olmaktan çıkıp formatlanmak istenen
biçime dönüşür. Bu durum da çevrenin zafer ilanıdır. Oysa insanın aynı zaferi kazanabilmesi doğru
biçimde düşünmeyi sağlayan akıl verisinden vazgeçmeyerek vicdani ile aklını birleştirmesiyle ancak
mümkün olabilir. Vicdanın aklı devreye sokması için ‘maskelenmiş’ sosyal yaşamdan kaçınma ile değil
onun işleyiş biçimine odaklanmayı gerektirir. İşleyişin sakatlığını fark etmenin yolu da oluşturulan
çarkın getiri ve götürü hesabından vazgeçmeyi zorunlu kılar. Bunu başarabilen insan çevre
kuşatılmışlığını yırtar ve ‘özgür düşünme’ gücüne ulaşır. Günümüzde sosyal yaşamda ve de siyasette
yoğunlaşan biçimiyle karşımızda duran kutuplaşmanın ürünü tarafgirlik yani taraf olma, taraf tutma
ile ötekileştirmenin ürünü muhaliflik yani karşıtlığı ancak vicdan akıl bileşimine başvurarak çözümleye
biliriz. Ama dünyaya açtığımız her pencereye sorumluluk bilinci ve rasyonel akılla yaklaşmak
gerekmektedir. Bu sorumluluk içerisine tıpkı bir annenin evladına yönelik gösterebildiği şefkati
yerleştirip karşılık beklemeksizin bir duruş sergilememiz şarttır. Geçmişte çoğu zaman toplumsal
mücadelelere kendilerini adayanların önemli bir çoğunluğu‘maskeli sosyal yaşam’ yerine bir annenin
sahip olduğu bu duyguyla yukarıdaki satırlarda sözünü ettiğim karşıtlık veya tarafgirliklerini açık ve
net biçimde sergilemişlerdir. Bu durumu kimileriniz dinsel duyguların yoğunluğu içinde geçerli
kılmanın mümkün olduğunu düşünebilir. Yani ‘Yüce Varlık’ karşısında insan, beklentiler yerine
kendisine bahşedilenlere karşılık minnet duygusuyla hareket ettiğinde ‘Takva’ denilen erdeme
ulaştığına inanır. Oysa getiri ve götürü hesabıyla yapılan her eylem hem toplumsal açıdan hem de
dinsel açıdan çıkarlarını gözetmeyi zorunluluk haline getirir. Doğal olarak her toplumsal mücadele de
siyaseten davranmayı da beraberinde getirir. Ancak bu siyasal davranış hiçbir şekilde bireyin yani
insanın kendi beklentilerine dönük olmamasının yanında topluma yönelik olmasını da zorunlu kılar. O
yüzden kendisinden feragat anlamına gelen bu davranışsal durumu ‘adanmışlık’ olarak değil
sorumluluk biçimde algılamak gerekir. Çünkü ‘adanmışlık’ bazen insanın ‘insan olma’ niteliğine aykırı
durumlar göstermesine sebep olabilirken ‘sorumluluk’ ise insanın kendisiyle öteki arasında
‘Duygudaşlığa’ ve ‘Empatiye’ yol açarak asıl birlikteliğin oluşmasına yol açar. Adanmışlığa yönelen
taraftarlık ve karşıtlık ister istemez, insanı sorumluluk ve gerçekliğin mutlaklığından ayırarak biat
etmeyi ilke edinmiş müritlik aşamasına yöneltir. Bu nedenle sosyal yaşama yönelik tercihlerimiz
adanmışlıkla değil, sorumlulukla bağdaştırılmalıdır, kanısındayım. Siyasal sorumluluk aynı zamanda
siyasilerin kendi toplumlarına karşı görevlerini de ifade etmektedir. Ancak bunu yaparken de daima
birey kalabilmeyi de her durumda başarabilmek zorunludur. Aksi halde ‘biat kültürünü benimsemiş,

müritlerin sayısı içinde yaşadığımız toplumda bireylerden fazla olması gibi bir sonucu kaçınılmaz
biçimde karşımıza gelir.’
Çok uzun bir giriş oldu, farkındayım ama önümüzdeki günler içinde siyasal içerikli yazacağım
yazılarıma sağlam bir zemin yani altyapı oluşturması, bu sütunlarda güncel siyaset üzerine
yazacaklarımın çok daha net ve anlaşılır olması bakımından yukarıda satırları yazma, dolayısıyla uzun
bir giriş yapma zorunluluğu hissettim. Anlayışınıza peşinen teşekkür ederim.