DOBRA DOBRA

Yazılarımı günü gününe takip eden sadık ve saygıdeğer bir okurum, sosyal medyada gezinirken
rastladığı, görüp beğendiği ‘anonim’ bir yazıyı yine sosyal medya üzerinden geçenlerde benimle
paylaştı. Ben de okuyunca çok beğendiğim korku ve korkaklıkla ilgili o yazıyı sizlerle paylaşmak ve bu
konu hakkında birkaç söz daha etmek istiyorum. Önce söz konusu o yazıyı sizlere aktaracağım;
“İçinde taşıdığı kedi korkusu nedeniyle, devamlı endişe içinde yaşayan bir fare varmış. Büyücünün
biri; fareye acımış ve onu bir kediye dönüştürmüş. Ancak fare, kedi olmaktan son derece mutlu
olacağı yerde, bu kez de köpekten korkmaya başlamış. Büyücü bu kez onu bir kaplana
dönüştürmüş. Fakat kaplan olan fare, sevineceği yerde bu defa avcıdan korkmaya başlamış. Büyücü
bakmış ki, ne yaparsa yapsın farenin korkusunu yenmene olanak yok, onu yeniden eski haline
dönüştürmüş ve demiş ki; ‘Sen cesaretsiz ve korkak birisin. Sende sadece bir farenin yüreği var. O
yüzden ben sana yardım edemem. ’Ünlü yazar Shakespeare, korku konusunda şöyle diyor;
‘İnsanların çoğu sevmekten korkuyor, kaybetmekten korktuğu için/ Düşünmekten korkuyor,
sorumluluk getireceği için/ Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için/ Yaşlanmaktan
korkuyor, yaşının kıymetini bilmediği için/ Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği
için/ Ve ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için..’
Bir başka şairin de dediği gibi; Korkunun ecele faydası yoktur ama, vardır ecelin faydası korkuya!.
Ölümü kabullenenler korkmazlar, topraktan geleni bayılarak yediğimiz, hatta o yediğimizi de
topraktan yaptığımız kaplara koyduğumuz bizler, neden toprağa geri dönmekten korkar olduk.
Öleceğinizi bile bile sevmez misiniz, eşinizi, dostunuzu, ailenizi, çocuğunuzu? Birbirinizi sevin çünkü
sevgi en güzel hatıradır, ayrıca unutmayın ki ölümsüzlüğün tek şartı, güzel hatıralar bırakmaktır geri
de kalanlara, velhasıl korkularınızı aşın ve doğru bildiklerinizi söylemekten yılmayın, çekinmeyin.
Bunu kendiniz için değilse bile, çocuklarınızın geleceği için yapın. Unutmayın ki, bu güzel ülke bize
dedelerimizden miras kalmadı, biz Türkiye’yi çocuklarımızdan ödünç aldık ve O’nu muasır
medeniyetler seviyesine taşıyacağımıza söz verdik. Elbette, sözler de tutulmak için verilir, değil
mi?”
Ben de sosyal medya da ‘korkular’ içerikli bir yazıya rastladım. Biraz uzun ama o yazının en azından
kısa bir bölümünü sizlerle paylaşmak istiyorum. Ben çok beğendim, umarım sizler de beğenerek
okursunuz; “İnsan kendi içine korku tohumlarını ne zaman ektiğini fark edemiyor. Yüksek ihtimalle
çocukken ekiyoruz bu tohumları. Anne babamızdan gördüğümüz bir şeyleri, hayatın kuralı
sanıyoruz. O tohumla büyüyoruz. Olaylar oluyor zaman içinde. Tohumları sulayıveriyoruz. Büyüyor,
filizleniyor tohum. Kaktüs bitkisi gibi, ne zaman dokunsak bir yerimiz acıyor sonra. Korku acı veriyor
diye not almışım bir esnada. Neden, hangi konudan oraya gelmişiz, hatırlayamıyorum. Okuyunca
onaylarken buldum kendimi sonra bir gün. Korku acı veriyor. Fiziksel bedende bile kendini bir
yerlerde hissettiriyor. Derin nefesler alıp bedeni rahatlatıyorum. Geçer gibi oluyor. Ama sonra
girdiği kuytudan tekrar çıkıyor. Ne kadar nefes almak gerekiyor korkuyu yok etmek için? Derine
bakmak, kaynağı bulmak gerekiyor diyor psikolojide uzman bir arkadaşım. ‘Nasıl bakacağım derine,
yol gösterir misin?’ diyorum. ‘Zaman alır’ diyor. ‘Sen çözüme nereden gideceğimi göster, ne
gerekiyorsa yaparım’ diyorum. ‘Kendi yolunu kendin bulacaksın’ diyor. Sessizlik anlarında büyüyor
korkular. ‘Sessizliği bozayım, kendimle baş başa kalmayayım’ diyorum. Televizyonla, dizilerle,
filmlerle oyalanayım, diyorum. Bünye alışmamış ki onlara. Biraz oyalanınca uyuşmuş hissediyorum.
Kapatıyorum, geçici bir sarhoşluk sanki. ‘Hayat öyle yaşanmaz’ diyor, iç sesim. Gerçekler olduğu
yerde duruyor. Hiç bir şey değişmiyor, çünkü televizyon izlerken. ‘O zaman, bir şey yapalım’
diyorum. ‘Korktuğum şey ne’ diye düşünüyorum? Düşünüyorum, alakasız bir sürü yere gidiyor
aklım. Sonra, geri dönüyorum. Görüyorum ki aslında korktuğum şeylerin hiç biri olmamış. ‘Ya
olursa’ düşüncesi korkunun acısını bedenime yapıştırıyor. Midemde bir acı olarak ortaya çıkıyor.
Bazen de boğazımda  bir düğüm!.”

Bu mevzu çok derin(!) O yüzden bitmedi. Daha önemli ve güncel bir gelişme olmazsa yarın veya
öbürgün kaldığım yerden devam edeceğim. Korku, korkular ve korkaklık üzerine günlük yaşamdan ve
de elbette siyasete kadar daha çok anlatacaklarım var. Oldu mu, anlaştık mı?..