Benim gibi hemen her gün yazanlar da kimi zaman bazen isteksizlik olurmuş. Düşünüp de konuşmak gerekirken belki bir şey vesile olur, gerekçe oluşturur, insanın canı konuşmamak isteyebilir veya konuşamamak durumu ortaya çıkabilir. Buna paralel olarak da yazarken yazmamak veya yazamamak, yazmak, hatta iş yapmak istemeyebilirsiniz. Böylesi durumlara 'insanın kendine kalması' veyahut 'insanın kendini dinlemesi' ya da 'insanın kendini beklemesi de’ diyebilirsiniz!..

Aslına bakarsanız 'düşünüp konuşmamak, kadar yazarken yazamamak da insanın kendisi kadar kıymetlidir!..'

Kimi zaman yazmak konusunda epeyce gönülsüz olabilirsiniz. Yazmayınca, bir şeyleri anlatma gerekçeniz kaybolabilir. Harfler, kelimeler sizden aniden uzaklaşır. Issızda kalmış gibi olabilirsiniz yani…

Örneğin ben tam 19 yıldır hiç şiir yazmadım, yazamadım. Yaklaşık on bir yıl önce aniden şiir yazmaya heves ettim. Yazdım, sildim defalarca. Sanki o ilham perisi hiç gelemeyecek, hatta yanıma yaklaşmayacak gibi oldu. Vazgeçtim. Sonra Tevfik Fikret'in bu gibi durumlarda söylediği o söz geldi aklıma; 'Beklemek de sanata ve hayata dahildir…'

Vaziyet hasıl olduğunda 'anlam sadece seste aranmaz. Sessizlik de derin anlamlar içerir. Her türlü durumu bilenler ve ehil olanlar için hayli okunaklıdır ve de anlamlıdır' aslında...

Yani sizin anlayacağınız; Susmak ile sükut etmek arasında fark olduğunu düşünüyorum. Susmak, dile getirmekten belli bir süre vazgeçmektir. Sükut etmek ise sessizliğe bürünmenin bence kendisidir. Ormana gittiğimizde, kuş seslerine rağmen, ortamın ne kadar sessiz olduğunu söyleriz ya…

İşte öyle bir şeydir!

Dahası eğer isterseniz (lafın gelişi öyle söylüyorum) aklıma şimdi geliverdi; Cemal Şakar’ın o eşsiz cümlesiyle derdimizi anlatmayı deneyelim: 'Seçilmiş yalnızlık olgunlaştırıcı, içine düşülen yalnızlık ise çürütücüdür.' Sanki böyle bir farktan bahsediyor gibiyim, sizin anlayacağınız...

Sözün özü; Kendimize özgü bir dünya kurmak ile dünyayı kendimizden ibaret sanmak iki zıt noktadır veya zıt kutupların iki ucudur. Bunu da bu anlatmaya çalıştığımız konuya ekleyelim dilerseniz. Yani yalnız kendi çıkarını, çıkarımını, kazancını düşünen, kayıpların en büyüğünü yaşayabilir yahut yaşıyor olabilir. Elbette bizler bunu bilemeyiz ama öngörebiliriz…

Teknolojik gelişmeler baş döndürücü biçimde ilerledikçe modern dünya an be an gelişme gösterdikçe artık yarı zamanlı hayatlar yaşıyoruz, bilmem farkında mısınız!..

Birçok şeyler yarımdır, yarım kalmaktadır. Dostluklar, fikirler, ilkeler yürüyüşler gibi…

Çoğu kez hatta genellikle birbirimize yanıtlarını aslında bildiğimiz sorular yöneltiyoruz, belki de hiç farkında olmadan. Kanımca bu türden sayılabilecek sorular, çoğunlukla iyi niyet taşımamaktadır, diye düşünüyorum. Başından beri şunu anlatmaya çalışıyorum; Sürekli konuşarak karşımızdaki insanı anlayamayız. Anlamak, susmaktan yapılmış gibidir. İnsanı, zamanı ve mekanı anlamak için galiba birazda susmak gerekiyor. İşitmek ise daha kolaydır, susmaya nazaran. Önemli olan duymak ve anlamaktır. Yani gerçekten algılamaktır…

Size İlgisiz gibi görünebilecek bir örnek vermek istiyorum: Tarlayı nadasa bıraksak bile toprak asla beklemez. Hayat toprağın altında ve üstünde topyekun devam eder. O toprağın içinde bitkiler, böcekler yaşar yani. Bu durumda da aslında dinlenen tarla değil, biz olmuyor muyuz?..

Bir bakıma anlam, varlığını sürdürmektedir. Hepimiz bir yerlere borçluyuz. Bu borçtan kurtulmanın iki yolu vardır; 'ödemek ya da inkar etmek. Birincisinde gerçekten kurtulmuş ve huzuru bulmuş hale geliyoruz. İkinci yolu tercih edenler, bu durumda sadece vefanın uzağına düşmüş olmuyorlar!.. '

Çevremizde, etrafımızda, camiamızda günümüzde daha sık görmeye başladığımız başka bir durum ise öyle tahmin ediyorum ki şöyle gerçekleşmektedir; Bir insanın başarısını en son kendi çevresi kabul ediyor. İşleriniz veya eserleriniz umulmadık adreslerde, oldukça uzak diyarlarda yankı bulabiliyor. Buna karşılık, en yakınınızdaki kimseler garip ve anlaşılmaz tavırlar sergileyebiliyor. Belki de o yüzdendir ki insan bazen kendine şöyle diyebilmelidir; ‘umarım ve dilerim ki, ben böyle biri değilimdir, olmamalıyım. Yanında olduğum, yakınında yer aldığım insanların değerini anlamalı, kıymetlerini bilmeliyim. Bugünkü yazımızın başlığı 'konuşamamak' ve ‘yazamamak’ üzerine olsa da ben yine de bir şeyler yazmış, anlatmış oluyorum sizlere. Yılların alışkanlığı işte, bazen böyle oluyor, bazen de olmuyor. Hayat zaten böyle bir şey değil mi?..