Aklın dönüp dolaşıp aynı yere gelmesi ve bir iş üretememesi halini “kısır döngü” olarak tanımlayabiliriz. İnsanlık tarihine dönüp bakıldığında akıp giden yaşamın içinde bazı dönemlerinde böyle durumlara düşmeyen insan sayısı 'YOK' denecek kadar azdır. Önemli olan bu durumlara düşmemek değil, düştükten sonra bu kısır döngü veya sarmaldan kurtulabilmektir. Aslında ‘Kısır Döngü ne demektir?’ Sorusunun yanıtı bence şöyle olabilir; Kısır döngü acizliğin, yetersizliğin, yöntemsizliğin, düşüncesizliğin ve aklı doğru kullanamamanın bir sonucudur. Bir başka deyişle aslında kendinde değişiklik yapamayan, bir günü bir gününe eşit olan insanın düştüğü durumda da sayılabilir…

Çünkü hayatın içinde bazen ağır bir sorunu çözmek için bütün yetenek ve olanaklarınızı seferber ettiğinizi var sayarsınız ama sonradan bir bakarsınız ki, aklınızı etkin biçimde kullanmamışsınız. Acaba insan aklı, bu dünyada insanın önüne sonsuz bir açılım, seçenek ve olanaklar sunuyor mu?

Elbette aklın gücünü asla yadsıyamayız, ama insanın bu dünyaya ait ‘bütün sorunları çözme’ gibi bir işlevinin olmadığını da biliyoruz. Deyim yerindeyse kıyamet koparken de insanlığın yarım kalan projeleri ve çözümsüz sorunları olacaktır. Bu noktada konuyu asıl getirmek istediğim nokta çözümsüz büyük sorunlar karşısında aklın zorlanması ve acizliği değildir. Çok basit sorunlarda kafa konforumuzu bozup aklımızı etkin biçimde kullanamamaktır. Bunu yaşamın bütün aşamalarında alanlarında görmek mümkündür. Kısır döngüye, bilimden, felsefeden, siyasetten ve sıradan insanların günlük yaşamından çok sayıda örnekler verilebilir. Şurası muhakkak ki, her alanın ve herkesin kendine özgü bir ‘kısır döngüsü’ vardır.

Bu noktada yeri gelmişken ‘siyasetin ve siyasetçinin kısır döngüsüne’ bir göz atmakta yarar vardır. Hepimiz çok iyi biliyoruz ki, siyaset, dünyanın en gerçekçi yani rasyonel işlerinden biridir. Elbette ‘Türkiye gibi’ büyük bir ülkede, çok çeşitli insan tiplerinin dağılımından oluşan bir toplumda, ‘mutlaka iktidara gelme’ gibi bir amacınız eğer yoksa (ki hemen her siyasetçinin vardır) her türlü siyaseti yapabilir ve toplumda da bir karşılığınızın olduğunu söyleyebilirsiniz. Örneğin; kanarya sevenler partisi kurabilir, ülkeye böyle hizmet vereceğinizi açıklayarak belli bir oranda oy bile alabilirsiniz. Bu durum, sizin toplumda bir karşılığınızın olduğunu gösterse bile, bu durum etkin bir siyaset için asla yeterli değildir.

‘Siyasetin toplumdaki karşılığı’ dendiğinde bence şunu anlamalı ve sormalıyız; ‘Toplumun nabzına göre şerbet veren siyasetlerin mi toplumda karşılığı vardır, yoksa dünyayı ve toplumsal vicdanı doğru okuyan siyasetlerin veya siyasetçilerin mi?’

Bana göre; Toplumun nabzına göre şerbet veren, idare-i maslahatçı veya günümüzdeki ifadesiyle ‘popülist politikalar ve politikacılar’ devri kapanmamıştır, oysa bu devrin kapanması zorunludur, hatta kaçınılmazdır. Aksi halde olaylara siyasetin dışından değil de tam içinden bakanlar, bu ülkede ideolojik, etnik ve dinsel temelli siyasetlerin de bir geleceğinin olmadığını asla göremezler…

Günümüzde bu ve buna benzer gerçekleri göremeyenlerin büyük oranda siyasetçiler olduğu ortaya çıkmıyor mu, maalesef çıkıyor. Çağdaş toplumlarda veya öyle olmaya çabalayan toplumlarda bireylerin kendilerini dar kalıplar içine hapsetmeyen, karşılıklı etkileşime dayalı, daha esnek, eleştirel fikir ve yaklaşımlara değer veren siyasetçileri tercih ettikleri görünüyor ama o türden siyasetçileri bizim gibi toplumlarda karşımızda görmek pek mümkün görünmüyor. O nedenledir ki, muhalefet partilerinin bizdeki gibi siyasette kısır döngüye düşmeleri ve bu sarmaldan bir türlü kurtulamamaları, onlara, ‘iktidar hayalini kaybetmek’ gibi ağır bir bedel ödetmektedir. Özellikle ideolojik kalıpları kıramayan, ulusalcı, etnik ve dinsel temelli siyasetleri benimsemiş olan partiler, dönüp dolaşıp aynı şeyleri söylüyorlar ve bununla da bir mesafe aldıklarını sanıyorlar. Ülkede çok çeşitli siyasetçiler olduğu gibi, toplumda da geçmişten günümüze çok çeşitli deliler vardır. Bazı delilerin devamlı aynı hareketleri yaptıklarını ve aynı şeyleri tekrar ettiklerini ama her seferinde karşılarına farklı sonuçlar çıktığını gördükleri için bilinçli olmasa da aynı hareketleri ve konuşmaları yapmaya devam ettiklerini de görüyor, izliyoruz. Ülkemizin tanınmış sosyolog yani toplumbilimci yazarlarından Cemil Meriç, ‘İdeolojiler zihinlerimize giydirilmiş deli gömlekleridir’ derken öyle zannediyorum ki; ‘zihnin kısır döngüsüne’ vurgu yapmıştır. Zihnin kısır döngüsündeki ideolojiyi siyasette, bilimde, sanatta ve felsefede devam ettirirseniz, o kısır döngünün içinden asla çıkamaz ve hiçbir düşünce, dolayısıyla iş üretemez duruma düşüverirsiniz. Belki bu kısır döngü siyaseti, dışa açılmamış, iletişim ve bilişim çağına geç girmiş veya hiç girmemiş kapalı toplumlarda yapılabilir, nitekim yapıldığına dair epeyce örnekler vardır. Ancak bugünün Türkiye’sinde böyle bir şeyi yapabilmek elbette çok zordur ama olanaksız değildir. Çünkü içe kapanmış siyasetçi ve siyasetleri toplumun bünyesi reddetmektedir. Toplum artık hemen tüm dinamik unsurlarıyla ‘esastan doğru ama usulden yanlış’ biçimde de olsa kaldırılan askeri vesayetin yerine sivil vesayet konulmak istenmesine, siyasal despotizme alenen karşı çıkmaktan çekinmiyor ve de daha önemlisi kesinlikle korkmuyor. Ülkemizde son süreçte halkın iradesi ile bir parça şekillenmeye başladığını düşündüğüm bir sivil siyaset anlayışı yavaş da olsa yerleşmeye başlamıştır. Kim ne derse desin, 1960’lı, 1970’li, 80’li ve hatta 90’lı kısmen de2000’li yılların, önce kapalı sonra yarı açık ve çeyrek açık toplumundan küresel gelişmeleri yakından izleyen ve irdeleyen, ülkenin içinde bulunduğu koşulları gözleyen ve iyi bilen eğitimli aydın insanlarımız hiçte azınlıkta değildir. O nedenledir ki, toplum olarak bence mutlak hedefimiz daima; Yüzde yüz açık ve şeffaf toplum olmalıdır!..