KİMLİK POLİTİKASI EMPERYALİZMİN YENİ SİLAHIDIR!

‘Yeniemperyalizm’ diye adlandırılan uluslararası düzeyde ‘Neoemperyalizm’ diye tanımlanan yenilenmiş ve güncellenmiş küresel egemen güçlerin en büyük silahı, klasik emperyalizmin de ülkeleri bölmek ve yönetmek için kullandığı ve özellikle önce Sovyetler Birliği’ni ardından Yugoslavya’yı karıştırarak bölen ve daha sonra çökertmek için de yararlandığı etnik temele dayalı KİMLİK POLİTİKASIDIR!.

Aslında aileye, kabileye, dine, mezhebe, ırka ve milliyete dayalı olan ‘Kimlik Politikasının tarihi’ sömürgeciliğin tarihiyle yaşıttır. ‘Avrupalı Beyaz Adam‘ Asya’yı, Afrika’yı, Amerika’yı, bu arada özellikle Çin’i, Hindistan’ı, Ortadoğu’yu, Güney Amerika’yı, yüzyıllardır aileleri, kabileleri, hanedanları birbirine düşürerek fethetti ve sömürgeleştirdi. Elbette bunun arkasında Hıristiyan misyonerliğinin inanca dayalı gücü ve Kralların yani Emperyal devletlerin para ve personel desteği de vardı. Üstelik Sömürgeciliğin temeli ‘Coğrafi Keşifler’ bunun itici gücü ise Fatih Sultan Mehmet’in Doğu Roma’yı yani Bizans’ı aslında İstanbul’u fethetmesi ve Osmanlı’nın Doğu-Batı ticaret yollarını denetim altına almasıydı. Elbette bu arada, klasik ve de kaba emperyalizmin, Osmanlı’dan bile önce, ‘Avrupalı Beyaz Adamın’ Rusya yani Karadeniz, Anadolu ve Akdeniz üzerinden işleyen üç ana Doğu-Batı ticaret yolunu korumaya almak istediği ve bu amaçla, güya ‘din adına’ yapılan Haçlı Seferlerini başlattığı da anımsanmalıdır. Sözünü ettiğim Etnik ve bazen de dinsel temele dayalı kimlik Politikası, sadece emperyalizmin ülkeleri bölmek ve yönetmek için değil, otoriter liderlerin de toplumu bölmek ve baskı rejimi kurmak için başvurduğu bir silah olmuştur. Bu nedenle de genellikle emperyalistlerle otoriter liderler, aile, aşiret, din, mezhep, ırk, milliyet gibi ‘Mukaddes Hüviyetler’ daha doğrusu ‘Kutsal Kimlikler’ üzerinden ittifaklar kurarlar, geçmişten günümüze kurmuşlardır. Elbette emperyalizm, her toplumda sadece bir tek “Kimlik” ile değil, o toplumdaki bütün “Kimlikler” ile işbirliği yapar ve bunları birbirlerine karşı kullanarak, hem en güçlüsüne destek veriyor gibi görünür hem de onun fazla güçlenmesini ve kendisine kafa tutmasını engellemek için rakip kimlikleri de beslemeyi sürdürür. İnsanlığın üretim biçimleri değiştikçe, Emperyalizmin de yüzü ve silahları değişir. Din-Tarım Dönemi’ndeki klasik kaba emperyalizmin silahı ordular ve savaşlardır. Endüstri Devrimi ile savaşların yanına, önce ticaret, sonra endüstri de katılır. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları emperyalizmin bölüşüm savaşları olarak tarihe geçmiştir. Bu iki savaşların yaşandığı dönemlerde “Kimlik Politikaları” olgusu  “Din ve Milliyet” kimlikleri üzerine dayalıdır. İkinci Dünya Savaşı’nda sonra, yaşanan dönemde yani ‘soğuk savaş’ yıllarında Emperyalizmin “Kimlik Politikaları” doğrudan doğruya, dinsel, ulusal kimlikleri çaprazdan kesen(!) sınıf temelli bir devlet olduğunu öne sürülen Sovyetler Birliği’ni çökertmek hedefine yönlendirilmiş, yöneltilmiştir. Ortodoksluk, Müslümanlık, Katoliklik, Slavlık, Rusluk, Gürcülük, Türklük ve benzeri çeşitli, iç içe geçmiş olan, ırk, milliyet, din ve mezhep kimlikleri, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği, SSCB’yi çökertmek için kullanılmış ve desteklenmiştir. Sovyetler Birliği çökertildikten sonra aynı yöntemler Yugoslavya’nın çökertilmesinde kullanılmıştır. Neoemperyalizm’in yani Yeniemperyalizm’in kimlik politikalarını Samuel P. Huntington, Türkçe’ye “Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması” adıyla çevrilen kitabında formüle etmiş ve anlatmıştır. Varsa meraklısı o kitabı bulur ve okur. Bu anlattıklarım o kitapta daha ayrıntılı ve akademik bir diller açıkça anlatılmaktadır. O Kitapta, Dünyayı ‘UYGARLIKLAR’ adı altında dinlere ve mezheplere göre nasıl bölündüğü ve en acımasız faşist yaklaşımların nasıl açığa vurulan bir biçimde sadece Kuzey ve Batı Avrupa’yı, ABD’yi, Kanada’yı ve Avustralya’yı hatta Yeni Zelanda’yı ‘erişilemez ve taklit edilemez türden Batı uygarlığı’ olarak tanımladığı anlatılmaktadır. Huntington Kitabında Türkiye’yi ve Atatürk’ü eleştirmek için özel bir bölüm ayırmış ve Türkiye’nin Laiklikten vazgeçerek, İslam uygarlığının liderliğe soyunmasını önermiştir. Üstelik de bu öneriyi ister inanın ister inanmayın, Sovyetler Birliği çöktükten sonra, Batı’nın düşmanının ‘İslam Uygarlığı’ olduğunu ve Batı’nın Sovyetler Birliği’nin çökertilmesinden sonra yeni hedefinin İslam Uygarlığı’ olacağı ve onunla savaşacağını ileri sürdüğü aynı kitapta yapmıştır. Asla unutulmamalıdır ki; Osmanlı İmparatorluğu, din, mezhep, ırk ve milliyet kimlikleri üzerinden yaratılan ayrılıkçı akımlarla yıkılmıştır. Aynı Emperyalizm, bu kimlikler üzerinden yurdumuzu işgal etmiştir. Mustafa Kemal Atatürk, İstiklâl Savaşı ile hem emperyalistleri hem de onların piyonlarını yenmiş, Cumhuriyeti kurmuştur. Bu bağlamda bakıldığında, laiklik ve antiemperyalizm Atatürkçülüğün ayrılmaz iki ilkesidir. Ama elbette emperyalizm ve Türkiye’deki işbirlikçileri, izledikleri Kimlik Politikalarını kullanmaktan Cumhuriyet kurulduktan sonra da asla vazgeçmemişlerdir. Cumhuriyet’in ilk dönemlerinden başlayarak “Din elden gidiyor” gibisinden ve benzer sloganlarla pompalanan şeriatçı isyanlar ve dinci, laik karşıtlığı, Irkçılık, milliyetçilik üzerine dayandırılan ve isyanları kışkırtmışlar, Türk-Kürt ayrımcılığı körükleyen ve pompalayan girişimleri sürdürmekten geri kalmamışlar, Mezhepçilik üzerinden sürdürülen Alevi-Sünni farklılığı ayrıştırma ve bölmeye yönelik argümanlar ile beslemişler ve böylece günümüze değin hem sürekli taban kaybeden otoriter yönetimlerle onların ortaklarının hem de onların arkasındaki Yeni Emperyalistlerin sürekli olarak bilinçli, kasıtlı biçimde Türkiye’de gündemde tuttukları son süreçte apaçık tırmandırdıkları; ‘DEMOKRASİMİZİN ALTINI OYAN KİMLİK POLİTİKALARININ ANA EKSENİNİ OLUŞTURMAKTADIR!’