Yaklaşık 36 yıldır sürdürdüğüm gazeteciliğin doğası gereği olsa gerek, çokça ve de sıkça düşünüyor, düşündükçe de soruyorum. Ama o sorduklarımın çoğuna hangi devirde olursa olsun maalesef ‘DOĞRU’ ve ‘tatmin edici’ yanıt alamıyorum. Yanıtsız kalan bu türden sorularım nedeniyle bir kez daha düşünüp yine soruyorum; ‘Kim daha korkak acaba?’

‘Bu ülkeyi yönetenler mi?’ Yoksa ‘onların suladığı çamuru alıp eline yüzüne gözüne bulaştıranlar mı?’ daha korkak diye…

Kim daha güçsüz aslında, doğrusu çok merak ediyorum…

Anlamsızlığını ve yanlışlığını bildikleri halde onurlarını hiçe sayarak ‘o kirli ve çirkin denilen siyasetin bir parçası olanlar mı?’ yoksa o siyaseti ülkeye ‘demokrasi’ diye yutturmaya çalışanlar mı, daha fazla korkak olanlar acaba!.. Bazılarının gazetelerde yayımlanan bu türden yazılarını okuyunca kimilerini televizyon ekranlarında konuşurken izleyince ya da bazen sadece onlara bakınca bu soruları sormamak olanaksızmış gibi geliyor bana, gerçekten…

Onlar bence sahte savaşlar, sahte kızgınlıklar, sahte onurlarla apaçık ama görmek istemedikleri acı gerçeklerden kaçıyorlar, o nedenle o gerçeklerle asla yüzleşmek istemiyorlar. O zaman birkaç soru daha geliyor aklıma; Sizler hangi gerçeklerden, neden niye kaçıyorsunuz, elde etmeyi umduğunuz hangi menfaatler sizi o gerçeklere karşı kör durumuna getiriyor, acaba!..

Bir türlü yanıt alamadığım bu sorulara bu kez ben de dilimin döndüğünce, bilgimin yettiğince şu yanıtları veriyorum, aslında bir anlamda yanıt vermek zorunda kalıyorum; Aslında sizler o acı gerçeklere karşı uyuşma sağlamak için damarınıza sahte kızgınlıklar enjekte ediyorsunuz. Bilerek ve elbette isteyerek bu körlüğün kaçınılmaz olarak bir parçası olup zavallı hale geliyorsunuz. Belki de zaten biliyorsunuz ne yaptığınızı, o yüzden kendinize çok kızıyorsunuz. Kendi yetersizliğinize karşı kendinize duyduğunuz öfkeyi perdelemek, mümkünse örtmek dolayısıyla saklayabilmek için acımasızca sağa sola saldırıyorsunuz!..

‘Asalet eğer kibirliyse o zaman çok da zorlayıcıdır’ lafını o nedenle çok seviyorum. Çünkü gerçekten zordur, bir beladan geçerken, çıkarlarımız, duygularımız, geleceğimiz ağır bir şekilde zedelenip yara almışken, ismimizi, onurumuzu korumak için gerçekleri söyleyebilmek yani açıkça ve cesaretle itiraf edebilmek, yaralı iken gülümseyerek sanki yaramız yokmuş gibi davranabilmek. Hani derler ya ‘kan kusarken, kızılcık şerbeti içtim’ demek misali…

Geleceğimiz için geçmişimizi satmamamız gerektiğini bilmektir, bence asıl olan, olması ve söylenmesi gereken!..

Farkında mısınız, bilmiyorum ama ‘utanma duygusu’ günümüzde çoğumuz için hiç gelişmemiş adeta bir sanat(!) haline gelmiştir, ne yazık ki!..

O yüzdendir ki ne ‘bir türlü bitmeyen siyaset kavgaları bayağılıktan kurtulabiliyor, ne de o kavgalar pusu zihniyetinden mertçe yapılması gereken düello aşamasına geçebiliyor!..’

Ne de 'kesinlikle kendimi soyutlamadan söylüyorum' gazeteciler, köşe yazarları salt gerçekleri korkmadan ve çekinmeden yazabiliyor bu koca memlekette!..

Maalesef bizim meslekten bazıları, kimileri veya birileri neredeyse ‘onursuzluğu madalya olarak taşıyor’ boynunda veya yakasında…

İşte onlar birde utanmadan ‘kendileri asla dürüst olamadığı için dürüst olanlara da veya olmaya gayret edenlere de hiç sıkılmadan akıl vermeye’ çalışıyorlar. Benim bu saatten sonra, kimseye ama hiç kimseye gazetecilik öğretecek halim yok, gazeteciliği benden çok daha iyi bilen(!) çok sayıda üstat(!) denilebilecek adam var, bu koca memlekette!..

Ama şu kadarını söylemeden geçemeyeceğim; ‘Gazeteciliğin onursuzluk, dalkavukluk olmadığını çok iyi bildiğimi ve yaklaşık 36 yıldır gerçekten özümsediğimi de gayet iyi kavradığımı bilhassa ve ısrarla belirtmek isterim…’

O nedenle eğer o birilerine gerçekten ‘DUR’ denecekse, öncelikle ve ivedilikle gazeteciliği dalkavukluğa çevirenlere ‘DUR’ denmeli, denilmelidir. Bunu da dürüst ve mesleğini seven ‘benim gibi gazeteciler’ söylemelidir. Ama lütfen söyleyin bana; bugünlerde gerçekten bir elin parmakları kadar bile olsa öyle birileri kaldı mı, var mı ki aramızda?..

Böylesi durumlarda belki de ‘önce ekmekler bozulmuş, balıklar baştan kokmuş’ demek mi daha doğrudur ya da ‘et kokarsa tuzlanır ya tuz kokarsa o zaman yapacak bir şey kalmamıştır’ demek midir?..

Aslına bakarsanız, ‘ar damarı’ yıllardır sürdürülen çabalarla çatlatılan bir toplumda ‘temiz basından dürüst gazetecilerden bahsetmek ne kadar mümkündür’ sorarım sizlere!..