Evet, bu saatten sonra ‘kim ne derse desin ne söylerse söylesin’ durum ortadadır akıllıca düşünülebilirse, denklem son derece basittir, çözüm kolaydır, nettir ve basittir!..

‘Sen neden bahsediyorsun, ne anlatıyorsun?’ Diye soracaksınız elbette, hemen yanıtlayayım o zaman…

Aslına bakarsanız, sözün bittiği yerdeyiz, diyebiliriz…

Siyasetçiler dahil hiç kimsenin bu saatten sonra söyleyecek bir sözü kaldığını sanmıyorum, zaten kimsede de söz söyleyecek takatte kalmadı aslında…

Bu ülke insanı, yani siyasetçisinden, sade vatandaşına kadar son iki yıl iki aydır, yaşanan seçim süreçleri içinde kutuplaşmanın, daha doğrusu kutuplaştırılmanın, hatta bölünmenin, zihinsel parçalanmanın, daniskasını yaşanıyor adeta!..

Yalan mı söylüyorum Allah aşkına!..

‘Birileri koltuk sahibi, makam sahibi olacak’ diye adeta herkes birbirine düşman kesildi, beş, on bin liralık menfaatler uğruna söylenmedik yalanları, atılmadık iftiraları kalmadı, bu süreçte insanlarımızın birbirlerine…

Aynı gemide bulunduğumuzu unuturcasına, siyasetçilerimiz bu durumdan nemalanmak, fırsat elde etme uğruna, o geminin batmasına katkı sağlamaları amacıyla bilerek veya bilmeyerek, isteyerek veya istemeyerek bu toplumun bireylerini birbirine düşürüp, geminin su almasına ve dolayısıyla ‘asla batmaz’ denilen ‘TİTANİK’ gibi bir an önce batmasına zemin oluşturmadılar mı?..

O yüzden lafı daha fazla uzatmadan bir kez daha belirtmek isterim ki; henüz geçenlerde yazdığım, anlattığım gibi, ben şahsen bu sene içinde baskın bir seçim veya önümüzde sene 2026’da yaza doğru ya da sonbaharda olası bir erken seçim olup olamayacağını olacaksa o seçiminin sonucunun ne olacağını, Erdoğan’ın yeniden aday olup olamayacağını veya Ekrem İmamoğlu’nun adaylığını, aday olabilirse kazanıp kazanamayacağını zerre kadar düşünmüyor, kafaya takmıyorum artık!..

Benim asıl merak ettiğim, hatta endişelendiğim konu, bu senenin sonlarına doğru veya 2026’da veya en geç 2027’den sonrası süreçte ne olacağı, ülkemiz ne hale geleceği, daha beterinin nasıl ve ne şekilde olacağı ile ilgilidir!..

Tüm bu yazdıklarım, dolayısıyla anlattıklarım çerçevesinde, iki şeyi daha belirterek yazımı bugünlük, yani seçime dair sonlandırmak istiyorum. Birincisi şudur; Birkaç gün önce, 30 yılı aşkın bir süredir tanıştığım eski bir arkadaşım bana “Kime neyi anlatıyorsun yahu, yazdın yazdın da kim ne anladı sanki, eski tas eski hamam, gördük işte 14 Mayıs’ta 28 Mayıs’ta geçen yıl 31 Mart’ta sandıktan çıkan neticeyi!” dedi ve ekledi; “Boş ver bunları, gel seninle eski günleri anlatalım, geçmişi yad edelim, hafta sonu al yengeyi gel bizim köye, mangal yaparız, bana ne seçimden, sana ne seçimden! Kime ne sandıktan ne sonuç çıkacağından! Sana, bana ne faydası olacak ki bütün bunların. Sen, yıllardır demiyor musun yahu ‘filler tepişir, çimenler ezilir’ diye aynen o hesap!..”

‘Valla arkadaşım haklı galiba’ diye düşünmeye başladım ama bizdeki yurttaşlık bilinci ve sorumluluğu ve meslek hastalığı. Ne demek o demeyin ‘meslek hastalığı’ derken şunu kast ediyorum; bizim meslekte yani gazetecilikte ‘TEKİL’ düşünüp öyle hareket edemezsin, ‘BÜTÜNCÜL’ olmak zorundasın. Yani bir bakıma mesleğin etik kuralları içinde insaflı ve vicdanlı olarak hakkaniyet ölçülerinde olmak ve ‘TOPLUM YARARINA’ davranmak zorundayız biz gazeteciler!..

O yüzden huylu huyundan vazgeçmez misali ben deniz böyle olmaktan, böyle davranmaktan bir türlü vazgeçemiyorum. Onca tehdide, göz korkutmaya, horlanmaya, dışlanmaya, saygısızlığa, sataşmaya rağmen!..

İkinci olarak belirtmek istediğim istediği konu, daha doğrusu öngörüm şudur; Ne zaman yapılırsa yapılsın, olası bir seçimin galibinin, kimin veya kimlerin kazacağını net biçimde bilemem ama kim kazanırsa kazansın, bu ülkede değişen hiçbir şey değil çok bir şey olmayacağı gibi, korkarım, her şey çok daha kötüye gidebilecektir. Bu ülkenin geleceğinin aydınlanması, umutların yeniden yeşermesi çok ama çok zaman alacaktır, ne yazık ki!..