KADINA ŞİDDET VE ALGI YARATMAK
Epeydir iki şey özellikle dikkatimi çekiyor: İlki dili de kapsayan genel bir özensizlik, ikincisi yanlış kullanılan bir sözcüğü herkesin düzeltmeden, sanki büyülenmiş gibi tekrarlayıp durmasıdır. Örneğin; ALGI sözcüğü. Türk Dil Kurumu sözlüğüne bakarsanız, bu ALGI sözcüğü söyle tanımlanmıştır: “Bir duyumdan edinilen yalın bilinç. Yani duyu organlarınızla dışınızdaki dünyadan bir duyum alacaksınız, örneğin kulağınızla bir ses ya da bir söz ya da sözler işiteceksiniz ve bu işittiğinize dair beyninizde saf bir kavrayış belirecek ki işte algı dediğimiz şey, bu kavrayış! Yani her ferdin beyninde cereyan eden bir olay olarak tanımlanmıştır.” Saf diyorum çünkü üzerinde düşünülmeden oluşan bir kavrayış, bu bir tür zihinsel hammaddedir. Yani kimse bir diğerinin beyninin içine girip orada zihinsel bir olay yaratamaz, diğerine halüsinasyon yapıcı herhangi bir şey enjekte etmedikçe! “Algı yaratmak” derken kastedilen, gerçeklikte var olmayan bir görüntü yaratmaktır, sanıyorum, yani moda deyişle “imaj” yaratmaktır kast edilen!.
Bunlar çok mu önemli? Evet. Çünkü dil ile düşünce ve aklın çalışması arasında çok güçlü bağlantılar var. Konfüçyüs ne demiştir? “Bir ülkede kargaşa yaratmak istiyorsan, önce lisanı boz!” Geçenlerde bir TV ekranında canlı yayınlanan bir programda çok saygın hukukçu olarak bildiğim bir isim, “Sadece Türkiye’de, kadın cinayetleri işleniyormuş algısı yaratılmak isteniyor” diye bir laf etti. İyi niyetinden kuşkulanmak için bence hiçbir neden bu hukukçu zat, bence yanılmaktadır. Kanımca hiç kimsenin “Dünya yüzünde sadece Türkiye denen ülkede, kadın cinayetleri işleniyor” imajı yarattığı veya yaratmak istediği falan yoktur, O hukukçu zat, acaba bilmiyor mu? Türkiye’de şu ana dek benim bildiğim ne böyle bir söz söylendi, söyleniyor, ne de böyle bir konuda yazıldı, çizildi. Sizlerde biliyorsunuz, tüm dünya, başta Dünya Sağlık Örgütü, bas bas bağırıyor, Pandemi döneminde “femisid” yani kadın cinayetleri arttı, diye… Ülkemizdeki ilgili birimlerin ilgili kişileri, bu saptamaları işitmediler, okumadılar mı? Ortada böyle bir imaj yokken, acaba kimi beyinler niçin yanlış algılar üretiyorlar? Türkiye’de feministlerin, kadın hakları savunucularının söylediği, yurdumuzda Pandemi koşullarının başlaması ve hemen sonrasında artması sürecinin çok öncesinden beri kadın cinayetlerinin ürkütücü bir ivmeyle artmakta olduğudur. Öncelikle “femisid” nedir, hemen kısaca anımsayalım. Bir kadının, yakını bir erkek -koca, sevgili ya da eski koca, eski sevgili- ya da ailesinin bir ferdi tarafından toplumsal cinsiyet rolleriyle ilgili bir sebep ileri sürülerek katledilmesidir. Geleneğin ifadesi olarak kadına biçilen toplumsal rol, toplum bilimcilerin ve psikiyatristlerin “dört S kuralı” diye tanımladığı durumdur: Geleneğe göre, kadın sessiz, silik, sadık ve sabırlı olmalıdır; daha net bir tanımla, her alanda erkeğe -koca veya aile reisi olarak baba ya da ağabey, daha serbest ortamlarda “dost” bağımlı olmalıdır. Bu kölece yaşam, kadına tanınan fiziksel ve ruhsal hareket alanı, zamana ve zemine göre bazen genişleyip bazen daralabilir. Çağdaş hukuk, kadını bir alt insan, bir köle olarak değil, özgür bir yurttaş olarak tanımladığı için gelenekle, töre, ister dinsel ya da din dışı olsun bir gelenek ya da töre, taban tabana zıt düşer. Bizler de birey olarak ya birinden yana oluruz, ya öbüründen yana..
Pandemi sürecinde “femisid” yani kadına şiddet, hatta kadın cinayetleri tüm dünyada özellikle ŞARK toplumlarında niçin arttı?.
Sosyal ilişkileri, ekonomikolanakları kısıtlanmış, dar ev içlerine hapsolmuş aile bireyleri arasında sürtüşmeler hızla arttığı için olabilir mi, bence olabilir..
Türkiye’de son 20-21 yıldır ve özellikle 2010’dan sonraki süreçte görülen artışın sebebinin son iki yılın meselesi olan Pandemi sürecinde ve pandeminin getirdiği koşullarda olmadığı gayet açık ve nettir. O zaman asıl sebep nedir? Son 11-12 yılda toplum yaşamımızda neler değişmiştir? Bence toplum olarak kadınların yaşam alanlarının daralmasını onaylayan bir tutum içine girilmiştir. Çağdaş hukuk ilkelerinden uzaklaşılmış, geleneğin ve törenin doğum yeri olan ilkel toplumların anlayışına yönelinmiştir. Peki neden böyle olmuştur, derseniz, hemen özetle dilimin döndüğünce açıklamaya çalışayım; Olmayan imajların sonucu oluşan yanlış algılar, kişileri gerçeği algılamaktan alı koyar! İşte o nedenle, dil önemlidir, sözcükler önemlidir. İlgili resmi birimlerin ilgili kişileri, olmayan imajlara dair yanlış algılar türetecekleri yerde, toplumumuzdaki ilkelliğe yönelişi incelemeli değiller midir? Bence işe, somut hayatın içinde serpilmiş, yerleşmeye çalışan ‘Kadın Cinayetlerini Durduracağız’ Platformu’na bildirilen kadın cinayetlerinin sayısıyla resmi kurum ve kişilerin kâğıt üstünde ifade ettiği femisid sayısı arasındaki farkı soruşturmakla başlanabilir. Resmi rakamlar gerçek rakamlardan niçin hatırı sayılır bir farkla daha küçüktür? Gibisinden akla ilk gelen sorular sorgulanabilir, araştırılabilir…
İşte tüm bunlar yerine getirilir ise yaratılan veya yaratılmaya çalışan ters ve dolayısıyla yanlış algılar ortadan kaldırılabilir, kanısındayım..
Yorum yapın