KADERCİLİK VE AKILCILIK ARASINDA
Anımsayacaksınız, 41 madencimizin yaşamını yitirdiği Bartın maden kazasından sonra yaptığı açıklamada Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan “kaderin planı” demiş eklemişti; “Biz kaderin planına inanıyoruz. Bu kazalar oluyor ve olacaktır.”
Peki, “kader planı” ne demektir? Bildiğim kadarıyla hemen anlatayım; “Kaderin bir planı vardır. Siz ne yaparsanız yapın kader o planını gerçekleştirir” demektir, o sözler. ‘Fatalizm’ denilen Bu ‘kadercilik anlayışı’ ortaçağ döneminde yüzyıllar boyunca egemen olmuş bir ‘razı oluş’ bir “kabul ediş” anlayışıdır. 1300’lü yılların ortalarında, özellikle 1347-1353 yılları arasında tüm dünyayı saran veba salgınında da Avrupa nüfusunun toplamının üçte biri bu salgında yitirilmişti. O dönemde çaresizlik ve çözümsüzlük nedeniyle kadere boyun eğme ‘Argümanı’ ile teselli aranıyordu. Çünkü henüz o yıllarda vebaya yol açan bakteri bilinmiyor, farelerin ve pirelerin bulaşmada oynadığı rollerden kimsenin haberi de yoktu. Dolayısıyla vebadan kuruluşun çaresi de yoktu. Kaderci anlayış bütün doğal afetlerde, seller gibi, depremler gibi, yangınlar gibi, kuraklık gibi doğal felaketlerde, salgınlarda toplumları teselli eden adeta bir sığınak olmuştu. Ancak bu türden yani kadercilik odaklı anlayışlar aynı zamanda da olayların nedenlerini sorgulama, araştırma, inceleme, nedenlerini bulup çözüm arama yollarını da tıkamış oluyordu. Yani o zamanlar o kadercilik anlayışı bilimsel gelişmenin önünü kesmiş, özgür düşünmeyi engellemiş, toplumları geriletmişti. Ama daha ortaçağ döneminde bile ‘akılcı düşünce’ ortaya çıkmış, Kopernik, Galileo, Spinoza gibi düşünürler ‘kabul edilmiş yanlışlara’ karşı çıkarak ‘akılcı çözümler’ bulmayı başarmışlardı. O dönemde yaşanan süreçte ağır baskılar, kaderci düzenin güç odakları belki o aydınlanmacıların yolunu bir süre kesmiş ama ivedi olarak gelişmeyi yani aydınlanmaya dayalı akılcılığı durduramamışladır. Zaman içerisinde uygarlığın yolunu açan ‘akılcılığa dayalı aydınlanma’ bir başka deyişle ‘rasyonalizmi’ kadercilik anlayışının yerine koyarak böyle bilimselliğe dayalı toplumsal gelişmeleri gerçekleştirebilmişlerdir. Böylelikle doğal afetler bilimin açıklayabildiği olaylardan sayılır olmuştur. Örneklemek gerekirse; Seller, akar yolları tıkanmış suların taşmasıdır. O yolları tıkamazsanız seller oluşmaz. Deprem, doğal yapıdaki oluşumların hareketidir. Fay hatlarının üstünde oturmazsanız, konutlarınızı ona göre yaparsanız zarar görmezsiniz. Yangınlar, sizin ihmallerinizden, bilgisizliğinizden olur. Önlem alırsanız yangın çıkmaz. Trafik kazaları kader değildir ya sürücü hatasından ya araç bakımsızlığından ya da yolların bozukluğundan olur. İşte, maden kazaları da asla “kader planlarında olduğundan” değil, sizin ihmallerinizden, sizin sorumsuzluğunuzdan meydana gelmektedir. Bir başka deyişle daha önceki kazalardan ders almamanızın eseridir yeni maden kazaları..
Bana göre asıl yanlış, dolayısıyla esas tehlike, bu türden felaket ve kazaların ardından söylenen ‘kader planı’ türünden sözler değil, bu anlayışın, zihniyetin başımızda egemen olması değil midir?..
Bu türden ‘kaderci anlayış’ öylesine tehlikelidir ki, hemen her konu, sorun bu çerçevenin içine kolayca yerleştirilebilir. Örneğin; Önü alınamaz enflasyon mu? Hemen kader deyip razı olacaksınız. Her gün artan gıda fiyatları mı? Buna da şükür demeniz gerekiyor. Fiyatların Allah’ın takdiri olduğu bile söylenebiliyor, anımsarsanız! Yoksulluk mu? Herkesin kaderi neyse odur. Beş parmak bile birbirine eşit değil ki? Haksızlıklar mı? Onların kaderi de oymuş, der geçersiniz! Eşitsizlikler mi? Kaderin planı böyle imiş, deyiverirsiniz! Birileri Saraylarda, konaklarda, villalarda sefa sürerken sen kiralık ev mi bulamıyorsun? Onun kaderi oymuş, senin kaderin buymuş demek zorundasın!.
Asla karşı çıkmayacaksın, isyan etmeyeceksin. ‘Buna da şükür’ deyip haline dolayısıyla kaderine razı olacaksın. Kaderine isyan edip asla günaha girmeyeceksin. Kaderin böyle yazılmış, onlar Mercedeslerle gezip tozacak, sen yağmur altında durakta otobüs bekleyeceksin, senin kaderin planın budur!.
İşte toplum böyle diye diye uyutulur, böyle biat ve itaat çemberinin içine sokulur!.
Peki, size böyle söyleyenler ‘kaderci’ mi? Elbette hayır, bunu söyleyenler işini kaderin pençesine asla bırakmayanlar!.
Onlar hemen her yola başvuruyorlar, çünkü gözlerini hırs, ihtiras bürümüş, onların tek derdi güç ve servet edinmek ve bunu sürdürebilmek için her yola başvurabiliyorlar. İşlerini asla kadere bırakmıyorlar. Dedim ya onlar kaderci değil, bir tür kullanıcıdırlar. Kimi kullanıyorlar? Diye sormayın. Hala anlayamadınız mı, sizleri, bizleri, hepimize kullanıyorlar, hem de tepe tepe!..
Onlar inançlarımızı, inancımızı da kendi hırsları için kullanıyorlar. Aslında ‘KADER’ de toplumu istedikleri gibi kullanabilmek için başlıca araçlarıdır onların..
Umarım, yakın gelecekte onların kaderi ‘YOLUN SONU’ bizlerin kaderi de akılcılık yoluyla aydınlanma olacaktır!..
Yorum yapın