CEHALETİN KUŞATMASI ALTINDAYIZ!
Evet, gerçekten de Ne yazıktır ki ülkem, cehaletin kuşatması altındadır. Eğer aksini düşünüyorsanız, yazımın bundan sonraki bölümünde anlatacaklarımı lütfen dikkatle okuyun. Geçenlerde yaşadığımız maden ocağı kazasında ölen, yaralanan madencilerimiz neyin kurbanıdır? Her türlü denetimle, ölçümlerle, uyarı sistemleriyle donatılmış olması gereken madende bu çağda böyle bir kaza neyi gösteriyor? Denetim kusurlarını, ihmalleri, önlem almada yapılmayanları, teknik cehaleti ortaya koymuyor mu? Orada elbette üzüntülerle koşuşan her düzeyde yetkililer, kaybettiğimiz insanların ailelerini, arkadaşlarını nasıl teselli etme yoluna gittiler, gidecekler? İşte, cehalet böyle bir şeydir; ‘Önleyemediğin felaketlerin arkasından ağıt yakarsın, olan biteni kadere yüklersin, acını içine gömer, kaygıyla yaşarsın.’
Araplar, Afganlar, Pakistanlılar. Kimileri bilinen, kimileri bilinmeyen yollarla ülkemize gelip duruyorlar. Bizim kendilerini akıllı sana ve kurnaz görünen çoğu muktedir durum ve konumdaki bir kısmı da tuzu kuru ‘cahil kesim’ istediği kadar; “İşte onlar ucuz işgücü oluyor, zenginleri de ev dükkân satın alıp vatandaş oluyor, aslında onlar memleket ekonomisine fayda sağlıyor” gibilerinden dangalakça yorumlar yapsalar da yasadışı göçmen istilasına kılıf hazırlasalar da gerçeği değiştiremezler!.
Evet bunun adı düpedüz ‘İSTiLADIR!.’
Bu istilayı sessiz sedasız hazırlayan siyasal iktidar, ülkenin nüfus yapısını bir ölçüde değiştirerek geleceğimize ilişkin çok tehlikeli bir işe kalkışmıştır. Çünkü daha şimdiden özellikle güney illerimizde, ilçelerimizde Arap nüfusu, ülkenin sahibi olan Türk nüfusunu aşmak üzeredir. Ellerinde küçük bir su şişesi ile gelen genç Afgan mülteciler, ne oldukları, ne yaptıkları belirsiz aslında birer “örtük savaşçı kitlesi mensuplarıdır.” Bu göçmen istilasını “ülkelerinde baskı altında bize sığınan dindaşlarımızdır onlar, aslında Ensar’dır onlar” şeklinde niteleyen siyasal iktidar, acaba gelenlerin sayısını, nerede olduklarını, ne yaptıklarını tam olarak biliyor mu? Belli değildir. Kesin olan, bizim aslında bilmediğimizdir!.
Ama izliyor ve gözlemliyorum; CEHALETE KARŞI BİR DİRENİŞ HAREKETİ VAR!
Hem de bir değil birkaç koldan. Örneğin; Boğaziçi Üniversitesi direniyor. Geçenlerde İnternet’te bir kaynaktan okudum; “Boğaziçi Üniversitesi Akademisyenleri Nöbeti 24 Ekim itibarıyla direnişin 649. Nöbetin ise 439. Gününe erişmiş durumda” Akademisyenler, bilim insanları, akademik giysileriyle, sırtlarını rektörlük binasına çevirmiş, vakur duruşlarıyla bilim yuvalarına yapılan yasadışı işlemleri protesto etmeyi sürdürüyorlar. Türkiye’de seçkin bir üniversite, “özerk bilim üretme, yayma, toplumla paylaşma” işlevini, bilimsel kimliğini yasadışı saldırılara karşı azimle, kararlılıkla savunuyor. Bu üniversite aslında sözünü ettiğim “cehalet kuşatmasını” yerle bir etmektedir. Bu direniş, aslına bakarsanız dünya üniversiteler tarihine geçecek bir büyük olaydır. ODTÜ de başka türlü bir direniş sergiliyor. Mezuniyet törenleri iptal ediliyor ama mezun olanlar ve önceki mezunlar başka bir yerde törenlerini yapıyorlar. Üniversiteler tarih boyunca zorbalığa karşı, baskıya karşı direnişin bilimsel merkezleri olmuşlardır. Çünkü bilimsel bilgi her zaman özgürlükle var olmuş, özgürlükle gelişmiş, özgürlüğün kendisi olmuştur. Komşu İran’da ise ‘cehalete karşı LAİK BİR DİRENİŞ VARDIR!.’
Bugün İran’da kadınlar örtünme konusundaki baskılara karşı isyan halindedirler. 22 yaşındaki Mahsa Amini’nin “başını usulüne göre örtmediği” gerekçesiyle alındığı karakolda ölümüyle başlayan isyan despot mollalar rejimini derinden sarsmıştır. Bir İranlı kadın “Ne yazık ki bizim bir Atatürk’ümüz olmadı” diyerek acı gerçeği ortaya koyuyordu. Ne mutlu ki ‘bizim bir ATATÜRKÜMÜZ’ var. Onun kurduğu ‘laik Cumhuriyet’ de elbette bütün cehalet kuşatmalarını yenecek güçtedir. Bizler de umuyor ve diliyorum ki, bu ‘laik Cumhuriyeti’ kuran ‘KUVAYI MİLLİYE’ ile bu cehalet kuşatmalarını yeneceğiz. Temennim 2023’ün bizlerin zafer yılımız olmasıdır!..
Yorum yapın