İMAMLAR MİMBER DOKUNULMAZLIĞI İSTİYORMUŞ!..

Geçenlerde sosyal medya üzerinden yapılan bir paylaşımda gördüm okudum, inanamadım. Hemen doğruluğunu araştırmaya başladım ve ne yazık ki, birkaç kaynaktan doğruluğunu teyit ettim. Konu şu; Din adamları minberde yaptıkları konuşmalara “minber dokunulmazlığı” tanınmasını, verilmesini istiyorlarmış!..

Yani vatandaşların oylarıyla seçilmiş milletvekillerine TBMM kürsüsünden yaptıkları konuşmalarla ilgili anayasanın 83. Maddesinde bulunan; ‘TBMM üyeleri, Meclis’te ileri sürdükleri düşüncelerden, o oturumdaki Başkanlık Divanı’nın teklifi üzerine Meclis’çe başka bir karar alınmadıkça bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu tutulamazlar’ şeklindeki yasal bağlayıcılığı olan hükmün bir benzerini kendileri için de istiyorlarmış!.

İmamlar u isteklerini de; “Din adamları cami minberinde verdikleri vaazlar ve yaptıkları konuşmalar yüzünden sorumlu tutulamazlar.” Şeklinde bir hüküm olarak yasal bir hak haline getirilmesini savunuyorlarmış! Bu talebin en azılı cazgırlarından olan, öteden beri şeriat düzenini getireceğini savunan ‘paçavra’ gazetelerden birinin İnternet sitesinde yakın geçmişte yer alan bir habere göre; “İTO Marmara Anadolu İmam Hatip Lisesi Hafızları İcazet Töreni’nde, Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi’nde ettiği dua esnasında, Bakara Suresi 114. ayetten örnekler veren Mustafa Demirkan hocanın hedef tahtasına oturtulması sonrası, Manevi İlkeli Liyakatli Diyanet ve Vakıf Çalışanları Sendikası’dan çarpıcı bir öneri geldi. Manevi İlkeli Liyakatli Diyanet ve Vakıf Çalışanları Sendikası Başkanı Celaleddin Gül, yaptığı yazılı açıklama ile minber dokunulmazlığının bir an önce yasallaşması gerektiğini söyledi.” Bunun daha öncesinde ise belki anımsayanlarınız olacaktır, Cumhuriyet gazetesinde 25 Ağustos 2021 tarihli şöyle bir haber yayımlanmıştı; “Cumhurbaşkanı Erdoğan ve TBMM Başkanı Şentop’un katılımıyla 28 Mayıs’ta Ayasofya’da gerçekleştirilen ‘İTO Marmara Anadolu İmam Hatip Lisesi Hafızları İcazet Töreni’nde, Reisül-Kurra vekili Mustafa Demirkan, Ayasofya’nın müzeye çevrilmesini anımsatarak Atatürk’ü hedef almıştı. Demirkan, ‘Ayasofya gibi mabetler, mabet olarak kalması için inşa edildi. Öyle bir zaman geldi ki bir asır gibi bir zaman içinde ezan ve namaz yasaklandı ve müze haline çevrildi. Bunlardan daha zalim ve kâfir kim olabilir? Yarabbi bir daha bu zihniyetin bu ümmetin başına gelmesini mukadder buyurma’ ifadelerini kullanmıştı. Tepki çeken bu ifadelerin ardından Demirkan hakkında çok sayıda suç duyurusunda bulunulmuştu.”

Konuşma yeri: Kilise iken cami, cami iken müze, müze iken cami yapılan Ayasofya’dır. Ayasofya’yı müze yaparak ezansız, namazsız bırakan kim? Kast edilen düpedüz Mustafa Kemal Atatürk’tür. Bu durumda ‘zalim ve kâfir’ olan kim? Elbette ki, Mustafa Kemal Atatürk’tür. Siyasal İslamcı bir gazetenin tayfası olmakla övünen bazı medya cazgırları bu bariz gerçeği atlayıp, “Laikçi Kemalistler, ‘Atatürk’e kâfir diye hakaret etti’ diyerek Demirkan Hoca’ya ve Bakara Suresi’nin 114. ayeti hakkında suç duyurusunda bulundular” diye yazmışlardı. Belki anımsayanlarınız olacaktır. Demirkan Hoca hakkında suç duyurusunda bulunmak kuşkusuz çok doğru ama nasıl oluyor da Bakara Suresi suç duyurusu bağlamına nasıl giriyor, o kapsama nasıl sokuluyor? Doğrusu hala anlamış değilim. Biraz erken olacaktır belki ama benden şimdiden söylemesi, uyarması; İmamlara, vaizlere “minber dokunulmazlığını yasa tasarısı olarak dahi TBMM’ye getiren herhangi bir parti anayasanın 2. ve 24. maddeleri uyarınca kapatılması gerekir. Böyle bir yasa tasarısının yasalaşması yönünde oy verenler hatta oylama yapılmasını sağlayanlarda Anayasa’yı (cebren hile yoluyla ihlal) ettikleri için yaşam boyu hapis cezası almaktan kurtulamazlar. Çünkü Anayasa ve konuyla ilgili TCK 309. Maddesindeki hükümler çok açıktır; “Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılırlar.”

Olacak iş değil ama farz edin ki oldu diyelim; Manevi anlamda cebir ve şiddet kullanılarak ‘minber dokunulmazlığı’ yasalaştırıldı. Şu anda, resmi dili Türkçe olan ülkenin bazı camilerinde yasak olmasına rağmen halen Arapça vaaz verildiği bilinen bir gerçektir. Vaaz verenlerin aralarında mutlaka Selefi, Vahhabi, IŞİD, El Kaide ve benzeri görüşlü sapkın ve münafıklar(!) olacaktır. O zaman korkarım ki, çanlar kimin için çalacaktır, o zaman bence işin orası hiç belli olmaz, olmayacaktır!..