Farklı gazetelerde ama yine bu sütunlarda son 6-7 yıl içerisinde benzer başlık ve içerikle yayımlanan bazı yazılarımda, belki farklı gerekçe ve sebeplerle ama şu görüşümü ısrarla vurgulayarak sürekli ifade etmekten asla geri kalmadım. Merhum ustamız Uğur Mumcu'nun 'Bilgi sahibi olmayan fikir sahibi olamaz' sözünü benimseyerek gazetecilik mesleğinde yaklaşık 36 yıldır bilgi sahibi olmak için okumanın zorunlu bir gereklilik, araştırma ve sorgulamanın da bilgi sahibi olunduğunda fikir sahibi olmanın ardışık zorunluluğu gerçeğinin yaşamın mutlak ve de vazgeçilmez olan temel ilkesi olduğunun daima bilincinde davrandım. Lise yıllarında, Edebiyat öğretmenimiz, toprağı bol olsun, ışıklar içinde yatsın, Fevzi Şen hocamız vardı. Müfredatta olmayan, Türk ve dünya klasiklerinden, önemli yapıtların, ‘bizleri okumaya yöneltsin’ amacıyla özetlerini anlatır, eğer dikkatle, onu dinlemediğimizi fark ederse, ‘anlayanlar, anlamayanlara anlatsın’ deyip, lafını bitirirdi. Benim gibi, edebiyata meraklı, birkaç kişi dışında, sınıftaki çoğunluk, Fevzi hocanın özetleyerek anlattığı, ünlü edebiyat eserlerini, gidip kütüphaneden arayıp, bulmak ve okuyup, özetleyerek, ödevlerini hazırlamak zorunda kalırlardı. Aynı adı taşıyan bu sütunlarda, yaklaşık 14 yıldır, pazar günleri hariç her gün, hiç sektirmeden yazıp anlatıyorum. Çoğunuz biliyorsunuz, ben aslında, 14 yıllık gazeteci ve yazar değilim. Yaklaşık 36 yılı kapsayan meslek geçmişim, birikim ve deneyimim var. Bu 36 yılın, 18 yıldan fazla bir dönemi ‘radyo ve televizyon gazeteciliği’ şeklinde geçtiğinden, kimileri, beni ‘radyocu ve televizyoncu’ olarak tanıyor ve biliyor. Yazılı basın geçmişimi, yani gazeteciliğimin o tarafını ya unutuyor ya da hiç bilmiyor. Neyse, lafı şuraya getirmek istiyorum; ‘DOBRA DOBRA adını taşıyan köşemde yazdıklarımda, hep hayata dair bir şeyler anlatıyorum. Tespitler, analizler yapıyorum, değerlendirmelerde bulunuyorum, çeşitli konulara ve olaylara ilişkin yorumlar ortaya koyuyorum. Bunları yaparken, daha doğrusu yazdıklarımı okurken, özellikle, ima yoluyla, dolaylı biçimde ve ironi yaparak, bazen üstü kapalı, bazen de adrese teslim yazılar yazıyorum. Algısı ve anlayışı dar kapsamda olan bazıları yazdıklarımda asıl anlatmak istediklerimi, hemen algılayıp ve kavrayıp anlayamıyorlar, ya da geç anlıyorlar. O zamanlarda, bana da tıpkı 44 yıl önce merhum edebiyatçı Fevzi Şen hocamın dediği gibi ‘anlayanlar anlamayanlara anlatsın’ demek düşüyor. Başka ne yapayım yani, tarzımı mı değiştireyim, yazı yazmayı mı bırakayım, Allah aşkına!..

Bir Latin atasözünde belirtildiği gibi; ‘Hayatta iki şeyden çok nefret ederim’ demiş ünlü düşünürlerden biri, ‘Ya yanlış anlaşılmaktan ya da hiç anlaşılamamaktan!..’

O Latin atasözünde, o düşünürün söylediği o söze karşılık, ben de yıllardır, hep şunu söylerim; ‘İnsanlar, üstelik benim konumumda ise, kesinlikle anlaşılır olmak zorundadır. Yanlış anlaşılacağım, ya da hiç anlaşılmayacağım, diye tedirgin olurlarsa, yazınsal olarak üreticilikleri, yaratıcılıkları, kısıtlı kalır veya zamanla körelir, yok olur gider. O halde, ben anlaşılır olmak zorundayım ve öyle olduğumu düşünüyorum. Benim anlattıklarımı anlamayanların ise, benim yazarak anlattıklarımı gerçekten anlamamakla ilgili sorunları, eğer gerçekten varsa, o sorunun kendilerinden kaynaklandığını, algı ve anlayış sorunu yaşadıklarını söylerim, daima, zorunlu ve de kaçınılmaz olarak…’

Bu tespiti yapmamdaki temel maksat yani ana ana amaç; taşıdığım özgüven, yıllardır sağladığım birikim ve deneyimlerden kaynaklanmaktadır.

GAZETECİLİK; yıllardan beri, tüm dünyada, içinde yaşadığımız ve bir parçası olduğumuz toplumun, bir adım önünde gitmek, gerektiğinde, o topluma, taşıdığımız kültürel birikim ve deneyimler ölçüsünde, dürüstçe, samimiyetle ve hakkaniyetle yön vermeye, yol göstermeye çalışmak olmalıdır. Aksi halde, yani popülist davranarak, eyyamcılık yaparak, toplumda sadece favori, varlıklı ve güçlü olanların sesi, dolayısıyla onların yalakası olmak, menfaat uğruna yandaş davranmak asla gerçekten gazeteci olmak değildir, olamaz da. Öyle davranarak, onların yani birilerinin istediği gibi gazeteci olunursa, onun adına gazeteci asla denilmez, denemez!..

Bu kadar, kafa patlatarak, yazımın başından beri anlattıklarımı, yine de eğer anlamayanlar varsa eğer onlara söyleyecek tek lafım olabilir; ‘Valla, ben gayet iyi anlaşılır olduğumu düşünüyorum. Ortada varsa bir kusur, kesinlikle bende kaynaklanmamaktadır. Anlamamaktan ve algılayamamaktan kaynaklandığını düşündüğüm nevi şahsına münhasır hususi keramet(!) ben de değil onlarda mevcuttur!’

Yani daha fazla uzatmadan sözün özüne gelirsek; Yazdıklarımı dikkatli okuyanların, yazdıklarımı anlamakta algı ve anlayış sorunu asla yaşamayacaklarını düşünüyorum, hatta öyle olduğundan kesinlikle eminim. O halde, 'İbişler ile dolu dünyada çok zor ama anlayanlar, anlamayanlara anlatsın!..’ demekten başka söyleyecek pek fazla bir şey kalmamıştır…