Otuz altı yıllık gazetecilik meslek deneyim ve birikimiyle birlikte elli sekiz yıllık yaşamımın tecrübe ve birikimiyle söylüyorum; ülkemizde özellikle son 14-15 yıldır türlü siyasal hesaplarla bu denli keskin biçimde kutuplaştırılan toplumumuz, kaçınılmaz olarak huzursuz ve dolayısıyla moralsiz hale gelmiş, getirilmiştir. Dikkat ederseniz 'gelmiştir' derken devamında 'getirilmiştir' diyorum…

Bugün itibarıyla siz hiç etrafınızda çok mutlu, sürekli gülümseyen, hayata çok iyimser güzlüklerle bakabilen, gelecek kaygısı hiç taşımayan, sıkıntısız, tasasız, karşılaştıkları en basit zıtlıklara veya tersliklere dahi hoşgörüyle bakabilen insanlar görebiliyor musunuz?..

Ne yazıktır ki ben göremiyorum!..

Yazıma başlarken de belirttiğim gibi yıllardır türlü siyasi hesaplar nedeniyle ‘atılan gerginlik tohumları’ sayesinde büyük ölçüde kutuplaştırılmış, moralsiz, huzursuz ve de mutsuz hale getirilmiş insanlar topluluğu haline gelmiş bu toplumun 'çirkinleşerek ahlaksızlaştırılmış siyaset yüzünden' bu durumu geldiğini, getirildiğini düşünmekten kendimi alamıyorum…

Geçen yıl gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili genel seçimleri ve de üç buçuk ay önce yapılan 31 Mart yerel seçimlerinde yaşanan süreçlere bakıldığında dile getirmeye çalıştığım bu manzaranın doğal sonucunu daha doğrusu beklenen yansımalarını ne yazıktır ki hep birlikte gördük, yaşadık!...

Gerçi yerel seçimlerin hemen ardından başlayan yumuşama ve normalleşme adımları ve hamleleri her ne kadar umut verici olsa da bu durumu özellikle iktidar kanadı açısından bakıldığında çok samimi bulmadığımı bilhassa belirtmek istiyorum. Bu sözünü ettiğim durumun dolayısıyla tablonun izahı kimilerine göre; 1946'dan beri kör, topal, ağır aksak biçimde de olsa yoluna devam etmeye çalışan parlamenter demokrasimiz, son kırıntıları ile ayakta durmaya çalışılırken, geçen yıl 14/28 Mayıs seçimlerinin sonuçları itibarıyla belki de yolun sonuna gelmiş veya getirilmiş gibi görünse de üç buçuk ay gerçekleştirilen yerel seçimlerin sonuçlarına da bakıldığında o öteden beri sözünü ettiğim parlamenter demokratik sistemin tabutuna son çivinin çakılması henüz gerçekleşmemiş, hatta doğrusunu söylemek gerekirse bir süre daha ertelenmiş gözükmektedir!..

'Peki, bundan sonra ne olur, neler olması beklenmelidir?' sorusunun yanıtı ise bana göre şudur; Salt bizde değil, bütün dünyada siyaset kurumunun veya siyasi iradenin elindeki en büyük koz halkın cebi üzerinde oynadığı veya oynayacağı oyundur. Siyaseten yandaş olanda muhalif olan da halkın cebi üzerinden yapılan ekonomik manevralarla ya kazanan ya da kaybeden duruma gelir, getirilir.

Bunu yapmak içinde öncelikle para gereklidir. Sözünü ettiğim siyasi iradenin olağan bütçe kaynakları ile gördüğü hizmetler iki açıdan seçim dönemlerinde siyasetçiye ciddi avantaj sağlayamaz. O yüzden şöyle bir ‘kurnazca’ bir yol izlenir; Kamu bütçeleri zaman içinde aşırı dalgalanmalar göstermeyip, istikrar içinde seyredebilir. Bu olmasıdır gerekendir, yani olağandır…

Kamu idaresini elinde bulunduran iktidar sahipleri veya ülkemizde 2018 seçimleriyle yürürlüğe giren ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne göre siyasi irade, siyasal güç, bütçeden seçim dönemlerinde avantaj sağlamak amacıyla dönem içinde harcamalarda kaymalar sağlayacak manevralar yapmaya başlar. Örneğin; Döneme yayılmış olarak planlanan bayındırlık gibi kamu yatırım harcamalarının önemli bölümü seçim öncesine kaydırılarak seçmen üzerinde etki oluşturulmaya çalışılır. Benzer şekilde, herhangi bir zam ya da gelir artış harcamaları da yıl boyuna yayılmayıp, bekletilir ve seçim öncesinde uygulamaya koyulmamaya çalışılır. Bunlar bir nevi masum(!) siyasi avantajlarmış gibi kabul edilir. Tüm bunları dile getirirken şunu anlatmaya çalışıyorum; geçen yıl 14 Mayıs seçimleri öncesi süreçte 6 Şubat depreminin getirdiği yıkımında etkisiyle mevcut siyasal iktidar son derece bilindik nedenlerle iktidarda kalma endişesini epeyce kuvvetlice taşımaktaydı. Anlayanlar, anlayabilenler için sözünü ettiğim bu türden endişeler öylesine kor gibi diri gözükmekteydi ki, hem AK Parti'nin kaderi Türkiye’nin kaderiyle ile birmiş, berabermiş gibi tutulmaktaydı, hem de tüm muhaliflerin ezilmesi, yok edilmesi amacıyla tüm yol ve yöntemi mubah görmek gibi bir görüntü gözleniyordu. Adeta 2023 genel seçimlerinin stratejisi ve seçim propaganda yöntemleri bu yol üzerine kurulmuştu. Sonuçta sizlerin de bildiği gibi kıl payı da başarı sağlandı, istenilen sonuç elde edildi. Bu noktada toplumsal psikoloji, yani sosyoloji ve felsefeye dayanan mesleki bilgi ve birikimlerimle şu hususu bilhassa belirtmek isterim; Kafası karıştırılarak sürekli olarak yoğun biçimde kararsız dengede tutulan toplumların bir dönem sonra nasıl tepki vereceği kestirilemez bir hal alır. Toplum bir anda büyük bir hırsa kapılarak öfkelenebilir ve önüne de sandık gelmişken iktidarı veyahut muhalefeti değiştirme hamlesinde bulunabilir. Tıpkı üç buçuk ay önceki 31 Mart Yerel seçimlerinde olduğu gibi. Geçen yıl ki 14/28 Mayıs seçimlerinin sonuçları itibarıyla ve de daha önceki yani 2018’deki genel seçimlerinin sonuçlarına bakıldığında ortaya çıkan tabloda seçmeni tercih yapmaya zorunlu kılan en önemli etken yani tetikleyici olan en önemli belirleyici güç başlı başına ‘EKONOMİ’ olmuştur, bundan sonra da gayet kaçınılmaz biçimde yine ‘EKONOMİ’ olacaktır…