Herkesin, hepimizin ‘KIRMIZI ÇİZGİSİ’ vardır. Aşılmasına dayanamadığı, geçilmesine katlanamadığı yerdir orası yani kırmızı çizgisidir. Yaşadığımız politik ortamının figürlerine baktığımız zaman da hemen hepsinin, tümünün birbirinden epeyce ayrı duran ve görünen ‘kırmızı çizgileri’ olduğunu görmekteyiz. Örneğin; Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘Kırmızı çizgisi’ 21 yılı aşkın süredir koruduğu İktidarı hiç kaybetmemektir. İktidarın yitirilmesi, onu var eden her şeyin elinden kayıp gitmesi demektir. Güç kaybı, yetki kaybı, servet kaybı, her şeyin kaybı demektir Erdoğan için…

İşte o nedenledir ki, Erdoğan iktidarı elinde tutmak için her şeyi ama her şeyi göze almış durumdadır. Üç ay sonra yeni dönem için yeniden aday olan ve dolayısıyla yeniden seçilmek amacıyla yola çıkan, büyük hedeflerine ulaşmayı planlayan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na gelince, İmamoğlu’nun ‘kırmızı çizgisi’ ise hak ettiğini almak veya alamamaktır. Kanaatim odur ki; Ekrem İmamoğlu salt ‘Belediye Başkan adaylığı’ peşinde değildir. Cumhurbaşkanlığı adaylığını, açıkça üç ay sonra yapılacak yerel seçimlerde yeniden kazanması durumunda istemekte, arzulamaktadır. Ama tek hedefi elbette bu değildir. Kanımca onun hedefi, hak ettiği şeylerin elinden hileyle ve haksızca alınmasına karşı dişe diş mücadele etmek, savaşmak, dolayısıyla şimdilik fiilen sürdürdüğü CHP Genel Başkanlığını resmen elde etmek düşüncesindedir. İmamoğlu bu ve buna benzer mücadeleleri yakın geçmişte yaptı, bugün de yapmaktadır, yarın da yapacaktır, bu durum hiç kuşku götürmez bir gerçektir, diye düşünüyorum. Onun coşkulu kişiliği, güçlü yapıcılığını öne çıkaran arzusu, heyecanı, gençlik heyecanını, deyim yerindeyse elektriğini geniş kitlelere iletebilme gücü yüksektir ve bir anlamda yeterli karizmaya sahip görünmektedir. Şu anda da iktidarın yargı üzerinden yaptığı, yapacağı hatalı ve yanlış bir veya birkaç hamle ile yurt çapında mağduriyet üzerinden adeta ‘mağdur bir yıldız’ haline çoktan gelmiştir. Gelelim İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’e Akşener’in derdi tasası, yani ‘kırmızı çizgisi’ kanımca iktidar olmak ve iktidarda kalmaktır. Geçen yıl gerçekleştirilen Mayıs seçimlerinden sonra ‘hür ve müstakil’ sloganıyla belki de ‘U Dönüşü’ yaparak siyaset sahnesinde aldığı yeni pozisyon Meral Akşener’in bu türden bu amacına erişmek için yani ‘oyun kurucu pozisyonunda’ davranmak isteyerek akıllı ve enerjik bir muhalefet yapıyor görüntüsü vermek ve böylece izlemeye başladığı yeni siyaset stratejisinin karşılığını da fazlasıyla alma arzusu içindedir. Ancak sizlerde görüyor, gözlüyorsunuz, Akşener’in partisinin oyu sürekli azalıyor, kendisine ve partisine oy verecek seçmen tabanı gün geçtikçe eriyor, küçülüyor. Meclis’te sandalye sayısı azaldıkça azalıyor. Kadın siyasetçi olması da başlangıçta sağdığı avantajı son çıkışlarıyla maalesef dezavantaja dönüştürmüştür. Yakın geçmişte yani 90’lı yıllarda Tansu Çiller’in toplum üzerinde ve özellikle kadın seçmenler üzerinde yarattığı büyük hayal kırıklığıyla sonuçlanan serüveni belki de Akşener yeniden yaşamaktadır.

Atatürkçü, Cumhuriyetçi kesimin yani ben ve benim gibilerinde yer aldığı toplum kesitinin bireyleri için ‘KIRMIZI ÇİZGİLER’ nedir? Diye soracak olursanız benim öncelikli yanıtım, olmazsa olmazım; LAİKLİKTİR!.

Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan toplumun her katman ve kesitinde ‘LAİKLİK KARŞITI’ kim ve kimler varsa dinciler, dinci politikacılar, tarikatlar, cemaatler, emperyalizm yandaşları, terörist grup ve unsurlarla kol kola girmiş bölücüler, onların paydaşları, sempatizanları, yandaşları bizlerin doğal olarak DÜŞMANIDIR!..

Bizler, bu ülkede; ‘LAİKLİĞİN’ ve ‘CUMHURİYET’İN’ de ‘DEMOKRASİ’ nin de ‘ÇAĞDAŞLIĞIN’ da ‘UYGARLIĞIN’ da ‘sarsılmaz bir temeli’ olduğuna, kaçınılmaz olarak olması gerektiğine inananlarız, onun öyle olduğunu, olması gerektiğini bilenleriz! Diye düşünüyorum. Yüzüncü kuruluş yıldönümünü henüz yeni kutladığımız Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetimiz, bitmiş, yenilmiş, tükenmiş Osmanlı İmparatorluğu’nun ağır enkazı ve kalıntıları üzerinde mucizevi biçimde yükselmiş bir ‘UYGARLIK ve ÇAĞDAŞLIK MUCİZESİDİR!’ Ulusal Kurtuluş Savaşı ile emperyalist dünyanın güçlü ülkelerini çok ağır bir yenilgiye uğratarak kurulan ‘CUMHURİYETİMİZ’ elbette bizim kutsal emanetimizdir. Bu emanetten vazgeçmemiz asla mümkün değildir!..