Hayat! Beş harften oluşan bir kelime. Beş harfe sığdırdığımız koskoca bir ömür. Geçiyor, geçmiyor günler diye hayıflandığımız zaman. Aceleye getirdik ömür denen hayat yolculuğunu. Kâh mutlu olduk kâh hüzünler yaşadık, bu ikilem arasında hayat bitti ömür tükendi. Başlangıç saydığımız her yeni gün geldi geçti. Eski radyolarda yanık bir türkü çalıyor. "Hayatla merhabam daha dün gibi, son sürat durmadan geçti seneler. Ardıma bakınca tek bir gün gibi, farkına varmadan geçti seneler."
Gelecekle ilgili hayaller kurduk. Sevdalar da yaşadık aşka dair. Gönül hanemizin yangınlarımız da var. Yeri geldi kadeh kaldırdık gelmişine geçmişine hayatın. Hatta sövdük sitem ettik kader denilen yazgıya. Şarkılara döktük "anlıma yazılmış bu kara yazı" diye. Bir varmış bir yok muştan ibaret masalların ortasında bulduk kendimizi. Hepimiz aslında bir yaşam hikayesinin kahramanları olduk.
Ne tez geçtin ömrüm! Diyorum. Ne tez yaprak döktün. Ne çabuk geçti yaşlar, çocukluğum gençliğim. Ele avuca sığmayan gençliğim. Yaş almanın kocaman hikayesini yazıyorum şu an elimde sivri uçlu bir kalem. Sivri ucu yazdıkça tükenen kalem. Yazımızı yazan kara kalem. “Alın yazısı” denilen yazgının nasıl bir kalemle yazıldığını bilmediğimiz kalem.
Şu Koskoca dünya âlem, içindeki neşe elem misali hüzünlenen gönüllere bıraktık ömür yolcuğunu. Mutluluktan ziyade hüznü yaşam biçimi saydık. Kâh mutluluk kâh üzüntü arasında tükettik yaşam denilen olguyu. Akşamları batırdığımız güneşleri sabah doğuşuna şahitlik edemeden uykulara daldık ve hayatın bilinmezlerine. Her yeni bir gün yeni umutlar diye avuttuk kendimizi.
Keşkeler sardı her bir yanımızı. Mutlu olmayı keşkeler sitemine bıraktık. Hayatın mutluluğuna inat keşke diye hayıflandık hatalarımızdan. Ah ömrüm! Keşke daha çok hata yapsaydım, daha çok sevseydim. Daha çok gezseydim, daha çok mutlu olsaydım. Daha çok insancıl olsaydım. Daha az kalp kırsaydım. Daha çok düşküne yardım etseydim diye keşkelere gark ettik yaşamı.
Yaşın ilerleyip zamanın geçince, "tecrübe" dediğin o vedalar, olgunluk dediğin sükunetin çoğaldıkça öğreniyorsun dimdik yürümeyi. Ne gidişler acıtıyor canını eskisi gibi ne de yeni bir kavuşma için telaşın oluyor. Tek başına kalmanın yalnızlık olmadığını fark ediyorsun. Eski öfkelerin buruk bir tebessüm arasından süzülüp gidiyor. Korkularını karşına alıp konuşabiliyorsun. Daha dingin bir hayat istiyorsun. Kahveni daha yavaş içiyor, daha çok dinleyen taraf oluyorsun.
Vel hasıl daha güzel ve mutlu yaşamayı hayat biçimi olarak benimsiyorsun. Yaşadığıma değdi dediğimiz bir hayatla bu dünyaya veda etmek istiyorsun. Gün gelecek hayat denilen bu yolculukta hepimiz bir gün sonu göreceğiz. Umuyorum ki; şu gök kubbede bir hoş seda bırakabiliriz. Musalla taşında “iyi bilirdik” denilenlerden olabiliriz. Gerisi ha varsın ha yoksundan ibaret bir hikâye olarak hatırlanacak. Necip Fazıl'ın dediği gibi; Elindeyse zamana dur geçme diye dayat! Bir sigara içmekten daha kısa bu hayat.
Sağlıcakla…
Damga gazetesinden alıntıdır.
Saygılarımla
Osman Köse
Yorum yapın