HAYAT PAHALILIĞINA VERGİLERİN ETKİSİ

Dolar 17 lirayı, Avro 18 lirayı aşmış, biri 18 lirayı diğeri 19 liraya adım adım
yaklaşırken anımsayacaksınız, TÜSİAD da belki zoraki bir açıklama bulundu.
Halkın zamların altında ezildiği, yoksulluğun, işsizliğin, pahalılığın dayanılmaz
hale geldiği bir süreç yaşandığına dikkat çekti. Böylesi bir ortamda, böyle zorlu
bir süreçte sürekli ekonomi politikalarını tartışırken, vergi sistemini de
tartışması sizce de gerekmiyor mu? Bence gerekiyor. Hem de bankaların net
karını bir yılda yaklaşık beşe katladığı bir ortamda, vergi politikalarını öncelikle
tartışmak bence de hem zorunludur, hem de kaçınılmazdır!.  
Bilindiği gibi, vergi sisteminde ideal olan, kişi ve kurumların gelirleri ölçüsünde
vergi ödemesidir. Vergi ödemede de iki yol vardır; doğrudan vergi, dolaylı
vergiler. Ülkemizde toplanan vergilerin kabaca dörtte üçü, dolaylı vergilerden
oluşur. Bu oran, OECD ülkelerinde yüzde 30 dolayında, ABD’de yüzde 20’nin
altındadır. Peki, durum buyken, yıllardır ülkemizde gerçek anlamda, köklü bir
vergi düzenlemesi niçin yapılmaz, sormak gerekiyor. Çünkü vergi düzenini
kapsamlı olarak değiştirmek, siyasi partilerin işine gelmez. Çünkü dolaylı
vergilerle, vergi yükünü geniş halk kesimlerinin, emekçilerin, emeklilerin sırtına
yüklemek, iktidara gelen sistem partilerinin tercihidir. Çünkü gelir dağılımındaki
adaletsizlik, toplumsal eşitsizlik, sınıfsal uçurum, işsizlik, üretimsizlik kökleştikçe,
kalıcılaştıkça, kurumsallaştıkça, siyasi partiler bu yapıya hemen ayak uydururlar.
Liderleri, vitrinleri, programları, hedefleri, hatta örgüt yapıları, buna göre
şekillenir. Ülkemizde iktidarlar kaynak arayışına girdiklerinde, akıllarına dış borç
almak, özelleştirme yapmak, zamlarla, dolaylı vergilerle faturayı emekçilere,
yoksullara, işsizlere kesmek gelir. Bu konuda merkezin sağıyla solu arasında fark
yoktur. Vergi politikalarında köklü bir değişime gitmeyi göze alamazlar. Çünkü
bunu göze almak, teknik bir tercih değildir. İdeolojik, sınıfsal bir tercihtir.
Kimden, nasıl, ne oranda vergi alınacağı, vergi oranlarının nasıl saptanacağı,
servet vergisi alınıp alınmayacağı, doğrudan ve dolaylı vergilerin ağırlığının nasıl,
hangi sınıflar lehine düzenleneceği, kayıt dışı kişi ve kurumların gelirlerinin vergi
sistemine nasıl alınacağı, kaynakların öncelikle hangi sınıflar için harcanacağı,
hep ideolojik tercihlerle ilgilidir. Vergi kaçırmanın, son yılların moda
deyimiyle ‘vergiden kaçınmanın’ önüne nasıl geçileceği, bunlarla nasıl
mücadele edileceği sorusu da zor bir sorudur. Çünkü verilecek yanıt mutlaka
ideolojiktir. Aslında bu konuda da kararlı, tutarlı, yürekli bir mücadele gerekir.
Geçmişte, ‘Nereden buldun?’ sorusunu yönelten siyasetçilerin, gazetecilerin,
hukukçuların ödedikleri ağır bedeller, belleklerden kesinlikle silinmemiştir.
Çünkü Türkiye’de kayıt dışı ekonominin üretimde, istihdamda, vergi kaçağındaki

büyüklüğü, devlet açısından gelir kaybına, toplumsal açıdan gelir adaletsizliğine,
özel sektör açısından rekabette eşitsizliğe sebep olmaktadır. Bütçedeki açığı,
dolaylı vergileri artırarak kapatmaya çalışmak, vergide adalet ve eşitlik
ilkesinden uzaklaşmak, ulusal birliği ve toplumsal barışı da zedelemektedir.
Bunlar asla unutulmamalı, unutturulmamalıdır. Çünkü günümüz ortam ve
koşullarında ‘balık hafızalı’ olmanın kimseye bir faydası yoktur, olmaz da!..