HALKI CAHİLLİĞE MAHKUM EDİLEN ÜLKELER ASLA AYAKTA KALAMAZ!.

25 yılı aşkın bir süredir Hollanda’da yaşadığını belirten Balıkesirli bir okurum, İnternet üzerinden sosyal medya aracılığıyla bana ulaşarak çeşitli araştırma sonuçları ve Hollanda kaynaklı tarihsel veriler ışığında derlenen bilgilere bir de şu uyarı notunu eklemiş;  “Halkını bu kadar cahil bırakan ülkeler asla ayakta kalamaz” Elbette bu ‘ANA FİKRİ’ doğrulayan verilerle donattığı gayet ayrıntılı çalışması için ona teşekkürlerimi iletiyorum..

“Halkını cahilliğe mahkûm eden ülkelerin asla ayakta kalamazlar!.” tezinin doğruluğunun verilerle kanıtladığı kapsamlı bu derleme bilgilerde öncelikle savaşlar olmasa da tıpkı tarihteki diğer imparatorluklar gibi, Osmanlı İmparatorluğu’nun da yıkılmaya mahkûm olduğu tezi öne sürülerek anlatılmaktadır. Osmanlı ile Cumhuriyet dönemleri verileri ile Hollanda’daki gelişmeler bu türden bilgilerin ‘dönemeç yıllar’  diye adlandırılan dönemler üzerinden anlatılmaktadır. Bu kapsamlı çalışmada başlangıç için alınan 1500 yılında Osmanlı topraklarının bütünlüğü içinde okuryazarlık oranı yüzde 3’ler ortalamasında görünüyor. Buna benden küçük bir ekleme yaparsak, Osmanlı’nın eğitimden paylarını alan kadroları, Saray’ın dışında, okulların toplanmış olduğu Balkan toprakları üzerindedir. Bugünkü Kosova’da bulunan Priştina, bugün Kuzey Makedonya’da bulunan Üsküp, bugünün Yunan toprakları üzerinde bulunan Selanik, o dönemde Osmanlı idaresindeki Balkan toprakları üzerindeki okuryazar oranının en yüksek olduğu şehirler olarak göze çarpmaktadır. Bu oran yüzde 20’lerın bir hayli üzerindedir. O dönemde Osmanlı Başkenti İstanbul’da ise okuryazarlık oranı yüzde 5 buçuk 6’lar seviyesindedir.. Hollanda da ise aynı dönemlerde okuryazarlık oranları ise yüzde 17-18’ler seviyesine zar zor ulaşabilmektedir. Hollanda’da ise 1790’lardan başlayarak hızlı biçimde okuryazarlık oranları yüzde 85’lere kadar bir patlama ile gelişme göstermiş, yükselmiştir. Bu verilere dayanılarak bakıldığında 1900 sonrası yıllarda Osmanlı toprakları üzerinde olumlu yönde gelişen bir şey yok gibidir. Hollanda’da ise okuryazarlık oranları henüz 1900’lü yılların başında yüzde 90’lara ulaşmış, hatta geçmiştir. Kurtuluş savaşı, Cumhuriyetin kuruluşu ve ilk yıllarına kadar, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde kalan kalan toprakların bütünlüğü içinde yaşayanlara bakıldığında geçerli olan verilerde pek fazla bir değişim yaşanmadığı gözlenmektedir. Cumhuriyetin ilanı sonrası, ülke nüfusuna göre bir avuç Balkanlarda yetişmiş eğitimli kadroların, Mustafa Kemal Atatürk ile birlikte Anadolu’ya geçişleri ile başlatılan eğitim seferberliğiyle okuryazar artış oranları çarpıcı verileri ile Anadolu toprakları üzerinde aniden yükselişi geçtiğini kanıtlamaktadır. 1900’lü yıların başında tüm Osmanlı coğrafyasının genelinde zar zor yüzde 3’lerde İstanbul’da ise ancak yüzde 5 buçuk 6’larda görünen okuryazarlık oranı harf devrimiyle henüz 1935 yılında yüzde 23’lere 1954 yılında yüzde 57’lere nihayet 1997 yılında ise yüzde 96’lara kadar yükselmiştir. Ancak ne yazıktır ki, yoksul ile, cahil kalış ve de nüfus patlaması arasında doğrudan bağlantılar söz konusu olması yüzünden 1997’lerden 2000’lere doğru geçen süreçte hemen hemen aynı kalan bu yüzde 95-96 seviyelerindeki okuryazarlık oranımız bir anlamda yerinde sayarken Hollanda’da 1997 sonrası için hep geçerli kalmak üzere yüzde 100’ü yakalamıştır. 2000 yılı oranlarını her iki ülke için karşılaştırmalı olarak ortaya koyduğunuzda Türkiye ortalamasının yüzde 90’ın biraz üzerinde olduğunu Hollanda’da ise yüzde 100’ü zaten yakalamış hatta bırakın okuryazarlık oranını yükseköğretim görmüş olanların oranının yüzde 50’yi aşmış olduğu gözlemlenmektedir. Bugünün yani 2023’lere erişmiş Türkiye’nin okuryazarlık oranlarını Hollanda veya bir başka Avrupa ülkesiyle karşılaştırılması olanaksız değil ama epeyce zordur. Çünkü mevcut iktidar bu ve buna benzer konularda bilimsel verilere dayalı açıklamalardan özellikle kaçınmaktadır. Bu türden verilerin gerçeğine bakıldığında okuryazarlık oranlarındaki 2000’li yılların sonrasında gerçekleşen kayıpların okunması ve bilinmesi istenmiyor, o yüzden bu türden veriler bilhassa gözlerden uzak güya gizli tutulmakta ısrar ediliyor. Kuşkusuz göçlere açılmış kapılar bir yanda, siyasal İslamcı akımların, önleri açılan cemaat ve tarikatlardaki patlamalar sayesinde, yakalanabilmiş yüzde 85’lerin çok altına düştüğümüz ortadadır, gayet acı bir gerçek olarak durmaktadır. O yüzden öncelikli toplumsal sorumluluğumuz bu çalışmanın günümüze taşınması olmalıdır. Sonrasında elbette ki ülkemizi geriye çeken, çağdışılığa yönlendiren siyasal akımlara karşı mücadele etmek zorundayız. Cahillikten kurtuluş, cehaletten tek çıkış yolumuz budur, kanısındayım. Yoksulluk ve yoksunluğa, sınırsız aşağı doğru çekilişimize katlanabilmenin olanağı olamayacağına göre, cehalete doğru bu gidişe ‘DUR’ demenin yolu sandıktan geçmektedir. Öyle değil mi? O yüzden siz, siz olun 28 Mayıs’ta ikinci tur oylaması için sandığa gittiğinizde yazdıklarım, anlattıklarım çerçevesinde ve dahası genel olarak iyi düşünün, yoksa son pişmanlık fayda etmez!.