Siz saygıdeğer okurlarımdan dolayısıyla sevgili dostlarımdan bazen bire bir yüz yüze veya telefonla ya da mail yoluyla serzeniş dolu eleştirel dozu yüksek iletiler alıyorum. İşte onlardan biri geçenlerde sosyal medya üzerinden gönderdiği bir iletide ‘neden güncel konular ve meseleler hakkında’ yazmadığımı sormuş yine…

‘Yine’ diyorum çünkü bu ve buna benzer, bana yönelik geri dönüşlere sıkça olmasa da ara sıra rastlıyorum. Öncelikle şunu vurgulayarak bir kez daha belirtmek isterim ki; aslına bakarsanız ‘güncel konu ve meseleler’ hakkında hiç yazmadığım doğru değildir. Sıkça olmasa da yeri geldiğinde, zaruret hasıl olduğunda, kafama takıldığında, ortam ve zamanın uygunluğuna bakmaksızın güncel sorunlara dair yazmaktan, düşünce ve kanaatlerimi açıklamaktan asla geri durmam, sakınmam, beni bilenler bilir!..

 Ancak yine de beni güncel konu ve meselelere dair sıkça yazmamakla eleştiren saygıdeğer okurlarım, sevgili dostlarım yüzde yüz olmasa da kısmen eleştirilerinde haklı sayılabilir!..

Ama size şimdilik şu kadarını söyleyeyim. Gerçekten ‘Balıkesir’in güncel konu ve meselelerine hem de olabildiğince derinden girecek olsam, bu memlekette bana pek yaşama şansı kalmayacağından ya koruma ordusuyla dolaşıyor olurumdum, ya da bir kuytu köşe de cesedimi bulmuş olurlar veyahut sevdiğim insanlara, yakınlarıma zarar verirlerdi, belki de onları yok etmeye yeltenirlerdi!..’

Sakın ola ki bana ‘yok artık, o kadar mı, fazla abartıyorsun’ falan demeyin, ne yazık ki gerçek benim açımdan bakıldığında bu kadar acı ve de oldukça vahimdir!..

Her türlü yalan dolan, entrika, kumpas, tezgah ve de elbette iliklerine kadar ikiyüzlülüğün içine batmış durumdaki bu basın yahut moda deyimiyle bizim medya(!) camiasının içinde bırakın onurunuzla dik durmayı, benim gibi bir kenarda veya köşe de durmak, gözden, gönülden ırak türlü zorluklarla barınmak bile bugünlerde oldukça olanaksız hale gelmiştir!..

Balıkesir basınında dolayısıyla medyasında geçen 36 yıla erişen meslek yaşamımda edindiğim bilgi, birikim ve deneyimler, gördüklerim ve geçirdiklerim yani yaşadıklarım bana şunu öğretmiştir;

Bu işi yapıyorsan eğer, her devirde, her daim, eğilip bükülmeye hazır ve nazır bulunacak kadar ilkesiz ve omurgasız olacaksın, dürüst görüneceksin ama asla dürüst olmayacaksın, iyi niyetli gibi davranacaksın ama kesinlikle iyi niyetli olmayacaksın, aksi halde ‘cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir’ özdeyişi senin için gerçeğe dönüşü verir, anlayamazsın bile, olan sana olur, bana yıllardır olduğu yapıldığı gibi!..

Sakın ola çok fazla karamsarlık yoğunluğu içinde olduğumu düşünmeyin!..

Benim temel ‘yaşam ilkem’ daima ‘gerçekler üzerine’ kurgulu olmuştur...

O gerçeklerdir ki, bana biraz geç ve oldukça acı biçimde de olsa doğrulara ulaşmamı sağlamıştır. Yine o gerçekler sayesinde eriştiğim o doğrularda beni yaklaşık 12-13 yıl önce yaşadığım bazı mecburiyetler nedeniyle bir yol ayrımına getirmişti. O süreçte önümde görünen iki yoldan birine saptığımda yukarıdaki satırlarda son derece ‘acı ve vahim bir durum’ olarak ifade ettiğim dünyanın içine o camianın kurallarını kabullenerek girmiş olacak yani ‘ben olmaktan çıkarak’ yürümeye devam edecektim. Eğer diğer yolu tercih edersem de tıpkı şimdi olduğum gibi ne uzayacak ne de kısalacaktım. Kendimce huzurlu biçimde gözden ve de gönülden ırak, pek fazla suya sabuna dokunmadan bir kenarın köşesinde emekli olmayı bekleyecek, beklerken de kurtulması olanaksız meslek hastalığı olan yazıp, çizmeyi, memlekete meselelerine fazla sivrilmeden kafa patlatmayı asgari biçimde sürdürebilecektim.

Ben biraz da o zamanlar adına ‘hizmet hareketi’ denilen bugünün ‘FETÖCÜLERİ YÜZÜNDEN’ tersten esmeye başlayan rüzgarların savurması nedeniyle ikinci yolu tercih etmek durumda kaldım. Bugün düşünüyorum da iyi ki böyle yapmış, böyle bir tercihte bulunmuşum. Çünkü diğer yolu tercih etmem durumunda biraz öncede ifade ettiğim gibi içime sinmeyecek çok şeyler yaşayacak, asla kaldırmayacağım, onuruma dokunacak, midemi bulandıracak, hatta kusacak bazı ters şeyleri üzülerek, acı çekerek kabullenmek zorunda bırakılacaktım. Dahası yaşım ilerledikçe daha fazla karşılaşmaya başladığım sağlık sorunlarım daha doğru bulduğum ikinci yolu tercih etmeme rağmen azalmadı, aksine her geçen gün artmaya başladı. Boşuna dememişler, ‘gazetecilik aslında bir ömür törpüsüdür’ diye…

Ama ben yine de şu an itibarıyla kendimi asgari ölçülerde de olsa mutlu ve huzurlu hissediyorum. Bu huzur mutluluğumun da bozulmaması için bugünkü yazımın başında da belirttiğim gibi güncel konu ve meselelere derinlemesine girmiyor, belki de girmek istemiyorum!..

Yoksa bir girecek olsam bu memlekette kendini adam sanıp utanmadan dolaşanların en az yarısını, beni yok edene kadar ben onları yok etmekten beter eder, yani ipliklerini pazara çıkarabilirdim. Eğer yaşım 58 değil de 35-40 civarı olsaydı ve de  en az onlar kadar omurgasız olabilseydim, elbette ki!..