Çünkü gülmek, güldürmek yani mizah yapmak akılla ve zekayla mümkündür. Akla dolayısıyla zekaya sahip olanlar mizah yapabilme yetisine yani güldürme beceri ve hünerine de sahip olabilir. Gelin şimdi hep birlikte ‘güldürmesini bilmeyenler ağlamayı da asla beceremez’ özdeyişinin açılımını, geniş açıklamasını felsefi bir anlatımla sosyolojik olarak hep birlikte irdeleyelim; Öncelikle mizah yani gülmece bir sanattır, özellikle belirtmek isterim. Bu sanatı icra eyleyenler, daha doğrusu eyleyebilenler en başta nüktedan olanlardır. Ama nüktedanlar sadece güldürmekle kalmaz, sarf ettikleri nüktelerle aynı zamanda düşündürür, üzer ve hüzünlendirir hatta bazen de ağlatırlar. O nedenle nüktedanlığı salt güldüren, şeklinde algılamak son derece yanlış ve hatalıdır. Bu yüzdendir ki, nüktedan olanlar hiciv yani taşlamayı da bilmek durumundadır. Bir Çin atasözü aynen şöyledir; "Gülmesini bilmeyen insan asla dükkan açmamalıdır!" Elbette bu Çin atasözü veya özdeyişi son derece doğru ve yerinde bir sözdür ama nereye dükkan açtığınız, yani gülmesini ne kadar bildiğiniz veya neye güldüğünüz, gülmeniz gerektiği de çok önemlidir. Ünlü İngiliz şair ve yazar Shakespeare (Şekspir) tarafından kaleme alınan Hamlet oyununda söylenmiş şöyle bir veciz söz vardır; "Ben bu memlekette kral kaldıkça ödüllendirilmeyecek bir tek nükte ve o nükteyi sarf etmiş bir nüktedan kalmayacaktır!" Gerçi bizim toplumumuzda geçmişten bu yana gülme, güldürme, nükte ve nüktedanlıkla ilgili örnekler, özdeyişler pek yok denecek kadar azdır.  Olanlar ise mizahın yani gülme ve güldürmenin aleyhine kabul edilebilecek söz ve deyişlerdir. Alman düşünür Goethe "İnsanların karakterlerinin en iyi ölçüsü, onların nelere güldükleridir ya da nelere gülmedikleridir veya gülemedikleridir!" der. Bu söz doğrudur. Şöyle ki; Osmanlı döneminde halkın yaşantısı ve kültür hayatında 'sarayın etkisi' çokta baskın değildir. Din kuralları ise, etkin olmakla birlikte, daha çok geçerli olan, gelenek ve göreneklerdir. Konuya ilişkin daha önceki yazılarımda ifade ettiğim, Arapça 'şathiyat'a yüklenmiş olan, 'şeriata aykırı sözler' anlamını o dönemde halk pek bilmezdi. Halk o zamanlar daha ziyade 'ameller niyetlere göredir' kuralına uygun biçimde hareket eder ve davranırdı. Halk arasında biri mizahi yani gülmece içeren bir türkü söyleyip, benzer bir fıkra anlatırken, 'dine karşı bir kelam etmeyi' aklının ucundan bile geçirmezdi. İşte bu tür anlayışlardır ki, manilerde, 'öpmeli, kucaklamalı' dizeler, bilmecelerde 'arka anlamı' cinselliği çağrıştıran sorular, halk öykülerinde 'ölümüne öldüresiye aşklar' alabildiğine yer almıştır. Konuyla ilgili rahatlığın en bariz yani belirgin örneklerine bilhassa nüktelerde rastlanır. Yazıya yani edebiyatımıza geçmemekle birlikte o tür örneklerde bırakın cinselliği, hatta pornografik içerikli denilebilecek fıkralar, hemen her yöremizde 'yeri ve zamanı kollanmak şartıyla' ve de özellikle erkekler arasında hala anlatılır, dinleyici de bulduğu söylenmektedir. Mizah yapmakla komik olmak da birbirinden çok farklıdır. Tıpkı nükte yapmak nüktedan olmak ve nükteyi anlamak ve dolayısıyla nüktedanı takdir etmenin çok farklı kavramlar olduğu gibi. Yapılan nükteyi anlamak için, öncelikle ince bir zevk, kıvrak bir zekaya sahip olmak gereklidir. Hal böyle olunca, gerçekten de hafızalarda yer edecek nükteyi üretmek de her babayiğidin harcı olmasa gerektir. Binlercesi üretildiğine inandığımız halde, çoğu türde nükte örneklerinden, ancak iki elin parmakları kadarının günümüze gelebilmesi oldukça üzücü ve düşündürücüdür. Anadolu halk mizahının ve dolayısıyla nüktedanlığının en bilinen ve üzerine en fazla fıkra ve öykü üretileni Çapanoğlu hakkındadır. İşte o 'Çapanoğlu' öykülerinden ikisi şöyledir; Çapanoğlu Süleyman Bey, Yozgat Ulu Cami'yi yaptırmıştır ve bu yüzden pek keyiflidir. Bozok yöresinin en çok sevilen sayılan Alim kişisinin karşısına çıkar: "Efendi hazretleri, Allah Zül Celal'in izni ve siz büyüklerimizin duaları ile Ulu Cami'yi yaptırdık. Elbette bu arada çok yorulduk, masraf ettik. Şimdi sizden, Allah indinde ne kadar sevap kazandım, onu öğrenmek istiyorum." der. Alim kişi, Çapanoğlu'nun çoğu zaman ağır baskılara varan idaresini bilmektedir. Cami yapımında da zorla işçi çalıştırıp, bazen de para vermeden işçileri kovduğu söylentileri ortalıkta dolaşmaktadır. "Bak Çapanoğlu" der. "Yapılan bir hayır işin karşılığı Allah'tan beklenir. Duydum ki çalıştırdığın kişilerin parasını vermemişsin. Onun için, şimdi işçi işinin sevabını, taşçı taşının sevabını alacak!" Çapanoğlu Süleyman Bey "Ya ben Hocam, bana bir şey yok mu, benim hiç mi sevabım olmayacak?" diye sorar. Alim kişi cevap verir; "Sen avucunu yalayacaksın, Allah'a yaptığın dazgirlik (yağcılık) da yanına kar kalacak üstelik!" Şimdi sıra ikinci öyküde; Çapanoğlu bazen tebdil-i kıyafet edip Yozgat'ı dolaşırmış. Yine böyle bir gün, sokakta yaşlı ve hasta bir eşeğe rastlamış. Hemen eşeğin sahibini buldurup sormuş; "Bire mendebur herif! Nedir bu hayvancığın hali. Niçin arpa vermez aç sefil bırakırsın hayvanı!" Adam gayet yüzsüzce yanıtlar: "Aman beyim, eşek yaşlandı, iş göremez. Hiçbir iş görmeyen eşeğe, niçin arpa vereyim. Masrafıma yazık değil mi?" Çapanoğlu küplere biner. "Demek öyle. Hayvanı gençliğinde çalıştır. Üstüne bin, çuval taşıt, bağa bahçeye git. Ama yaşlanınca kapı dışarı öyle mi. Şimdi beni dinle, sana yirmi gün mühlet. Yirmi gün sonra, bu eşeğin sırtına 15 şinikle bir seklem vuracağım. Üstüne de bineceğim ve Çamlığa çıkacağım. Eğer bu hayvan bu halde Çamlığın başına kadar çıkamazsa, kelleni uçmuş bil. Şimdi var git işine hınzır herif!" diye kükrer. Adamın paçaları tutuşmuştur. Hemen eşeği sıcak ahıra çeker. Korku belası, iyice bir bakıma alır. Hayvancık, üçüncü gün biraz kendisine gelir. Beşinci gün toparlanır. Onuncu gün düşmüş kulakları dikilir. Sahibi, onu bir yandan yemlerken, diğer yandan da bakımını eksik etmemektedir. On beşinci gün hayvan artık tam bir eşek görünümü kazanmıştır. Bu durum eşeğinde hoşuna gider, keyiflenir ve sahibini şakadan duvara sıkıştırmaya çalışır. Bu arada da zevkle anırmaya başlar. Sahibinin ise canı zaten burnundadır. "Anır ulan, eşşoğlu eşek anırır! Arkana koskoca Çapanoğlu'nu aldın da, anırırsın değil mi!" diye isyan eder, durur!..