GERİCİLİĞİN YOLUNU İLERİCİLER Mİ AÇIYOR?
Aylar önce, Mayıs’ta yapılan seçimlerin günler öncesinde sabah erken saatlerde öğretmen emeklisi eski bir dostuma rastlamıştım. Selamlaşma, hal, hatır sormanın hemen ardından kızgın biçimde ilk sorusu şu olmuştu bana; “Yahu bu Kılıçdaroğlu ne yapıyor öyle, bilmem farkında mısın, (helalleşme, barışma) derken (gericiliğin yolunu ilericiler açıyor) diyen, dedirten noktaya geldi adeta!.”
Bana göre de gayet haklı olan bu sözlerle dile getirilen tepkiye yanıtım; Haklısın hocam, son derece haklısın. Ne desen haklısın!” olmuştu. Bu konuda ben de çok dolu olduğum için elbette sözlerime devam ettim; “Dünden bugüne Türkiye’nin temel ve ana ihtiyacı, dinin hukuk sisteminden tümüyle çıkarılmasıyken, türban/başörtüsü konusunda günümüzde hiçbir kısıtlama/yasak yokken, aksine türban/başörtüsü ilkokullara kadar inmişken, buna karşılık toplumun laik kesiminin yaşam tarzına, giyim kuşamına yönelik saldırılar epeyce yoğunlaşmışken, bu ülkede parkta, deniz kenarında, havuz başında şort giydiği için kadın aşağılanırken, hakarete uğrarken, hatta dövülüp, sövülürken, anayasamızdaki laik devlet ilkesine aykırı bir biçimde yargı, Emniyet ve Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları da dahi tek tük de olsa türban/başörtüsü takarken, tarikat ve cemaat mensubu sarıklı, cübbeli, çember sakallı güruh devlet kurumlarına çökmüş haykırarak şeriat/hilafet çağrıları yaparken, başı açık, modern giyimli kadınlarımız, gericileri hedefi haline getirilirken, mahalle, işyeri, sosyal çevre baskısı ve nişan/evlilik gibi gerekçelerle başörtüsü/türban takmak zorunda bırakılan mağdur durumda milyonlarca genç kızımız, kadınımız varken, kısacası din ve dindarlık kisvesi altında toplumda yaratılan korku ve baskı iklimi yaşamın her yerine, her alanına nüfuz etmişken..
Cumhuriyeti kuran Cumhuriyet Halk Partisi’nin Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun başörtüsünü yani daha doğru bir deyişle türbanı güya ‘yasal güvence’ altına almak amacıyla yasa teklifi vermesine ben de tepkiliyim. Bugünün Türkiye’sinin başka derdi sorunu kalmadı da sıra buna mı geldi?.
Konuyu şöyle bir araştırdım, sordum, soruşturdum. İnternet’ten girip baktım. CHP’nin konuya ilişkin yasa değişikliği önerisi şuymuş o zamanlar; Kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam edilen ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ile üst kuruluşlarına bağlı olarak bir mesleği icra eden kadınlar, yürüttükleri mesleğin icrası kapsamında giyilmesi gerekli cüppe, önlük, üniforma vb. dışında kıyafet giymek ya da giymemek gibi temel hak ve özgürlükleri ihlal edecek biçimde herhangi bir zorlamaya tabi tutulamaz..
Anımsayacaksınız, bu öneri daha seçimlerin dahi konuşulmadığı bir süreçte TBMM’de AKP ve MHP oylarıyla reddedilmişti. Görüşülmeden reddedilen bu öneriye şöyle bir yorum getirilmesi mümkün olabilirdi; Eğer böyle bir öneri kabul edilirse bırakın başörtüsünü, çarşafla ya da peçeyle kamu kurumlarında çalışmak isteyenler çıkabilirdi. Çarşaflı savcı, peçeli mahkeme yargıcı, yahut doktor olabilirdi. Çarşafın üzerine geçirir cüppesini girer mahkeme salonuna, olur mu olur! Kadınlar bunu yaparsa erkekler de cübbeyle, kafasında sarıkla pantolon yerine şalvarıyla çalışmak isteyebilirdi. O zaman bu olası durumlar nasıl önlenecekti, bu gidişat? Aslında öyle zannediyorum ki, böylesi vahim sonuçlar doğurabilecek bir gidişatı önleme gibi bir düşünceleri yoktu onların belki de..
Çünkü yine belki anımsayacaksınız, Kemal Kılıçdaroğlu’na göre laiklik tehlikede değildi! Geçen yıl bu meselelerin konuşulduğu sırada İzmir’de katıldığı bir toplantıda buna benzer bir açıklama yapmadı mı? Bal gibi yaptı, yapmasına yakın gelecekte kendilerine ikbal bekleyen ve o nedenle susan veya tepkisiz kalan ya da tersini söyleyip inkar eden bazı CHP’liler hariç elbette bu durumdan…
Bunun tam tersi bazı CHP’liler de ‘Helalleşme, diye tutturup sağdan oy alacağını zanneden ve geçen seçimlerde avucunu yalayan bu CHP’nin başkanı ve yönetim kadroları, kendi partisinin kurucusu ve şeriata karşı durup kadınların örtünme zorunluluğunu kaldıran ülkenin kurucu lideri Mustafa Kemal Atatürk’ün tersi yönde ilerliyor!’ Diyorlardı ve bu duruma karşı hala öfkeli ve tepkililer!..
Yanı başımızdaki komşu İran’da Mahsa Amini’nin başörtüsünden saçı göründüğü için ahlak polisince katledildiği ve milyonlarca kadının örtünme zorunluluğuna karşı canları pahasına şeriata direndiği bir süreçte, İranlı kadınlara destek için de Türkiye’de eylem yapan kadınlara sokaklarda şiddet uygulanırken tüm bunlar CHP cephesinde yaşana gelmesi de bir hayli ironik ve hüzün vericidir elbette!..
Dahası 4 Ekim 1926’da yürürlüğe giren laik hukukun simgesi olan Medeni Kanun’un kabul edilişinin 97. Yıldönümü yaklaşırken geçen yıl anımsayacaksınız CHP tarafından ‘başörtüsüne özgürlük için’ yasa değişikliği teklifi hazırlanmış, iktidara çağrıda bulunuluyordu. Bu satırları okuyanların hemen aklına ‘sen başörtüsüne karşı mısın?’ sorusu gelecektir, gelmiştir. Böyle bir şey kesinlikle yok! Hiç olmadı, olamaz da!..
Anımsayanlarınız belki olacaktır. Bilmeyenler, anımsayamayanlar için kısaca anımsatayım; 90’lı yıllarda türban/başörtüsü yasağının en şiddetli uygulandığı dönemde yazdığım yazılarda, o yıllarda çalıştığım radyo mikrofonlarından, izleyen süreçte televizyon ekranlarından çıkıp en şiddetli biçimde bu anlamsız ve toplumu kutuplaştırıcı, bölücü olan yasağa demokratça bir cesaretle karşı çıkan, ‘bu yasak faşizmin dik alası’ gibi laflar ettiğim için bir değil birkaç kez savcıların karşısına çıkıp ifade vermek zorunda kalan, adliye koridorlarını aşındıran bendim, başkası değildir!.
O zamanlar ‘gazeteciyim’ ortada dolaşanların çoğu susmuş, pusmuş veya ‘bana ne kardeşim, milletin türbanından, başörtüsünden yasaksa yasaktır’ diyen o aymaz gafillerdi. Dahası o dönemler yani 28 Şubat döneminde ‘BATI ÇALIŞMA GRUBU’ tarafından fişlenen Balıkesir’den tek gazeteci bendim. Benim yazımın başından beri anlattığım, kıyasıya eleştirdiğim, demokrat olmak, elbette ki, özgürlükleri savunmak çerçevesinde, şu anda yürürlükte olan anayasamızda belirtildiği üzere; demokratik, laik, sosyal hukuk devleti ilke ve hükümlerinin tamamen kaldırılmasına yönelik çaba ve gayretleri görmezden gelen, en kibar biçimde ‘aymazlık içindeki gafil salaklar’ olarak tanımlanabilecek muhalefet unsurlarına yönelik serzenişlerdir. Bir başka deyişle, daha anlaşılır bir ifadeyle “Demokrat, hoşgörülü, özgürlükçü olmak uğruna, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olma yolunda ve hedefindeki Türkiye Cumhuriyeti’ni tek adam liderliğinde faşizan yol ve yöntemlerle teokratik kuralların hüküm sürdüğü bir Ortadoğu ülkesine dönüştürmeye yeltenenlere örtülü veya direkt olarak destek vermek aslında bindiğin dalı kesmek anlamına gelmektedir.”
Umarım sizlerde benim gibi düşünüyor, benim ifade ettiğim görüşlerimi paylaşıyorsunuzdur! Aksi halde benim bu anlattıklarım ‘MASAL’ anlatmaktan başka işe yaramayacaktır, ne yazık ki!..
Yorum yapın