Türkiye Cumhuriyeti 29 Ekim 1923’de kurulduktan sonra, Atatürk’ün önderliğinde çok büyük devrimler gerçekleştirildi. Örneğin; Hukuk devrimi bu devrimlerin en başında gelmektedir. Din bağlantılı yasalarla bir yere varılamayacağı en acı biçimde anlaşıldığından batılı gelişmiş ülkelerden bize uyarlanarak yasalar alındı ve uyarlandı. Ceza yasamız İtalya’dan, medeni kanumuz İsviçre’den alındı. Gerçekleştirilen Hukuk devrimi’nin başında Mahmut Esat Bozkurt bulunuyordu. Dini esaslara kurallara dayalı mecellenin yerine getirilen medeni kanunumuza o asla unutulmaz gerekçeyi Mahmut Esat Bozkurt yazdırmıştır; “Din, vicdanlarda kaldıkça saygındır ve temizdir. Dinin hüküm halinde kanunlara girmesi, çoğu kez hükümdarların, zorbaların, keyif ve isteklerinin tatmin aracı olmuştur. Dini dünyadan ayırmakla yüzyılımızın devleti, insanlığı tarihin bu kanlı sıkıntısından kurtarmış ve dine gerçek ve sonsuz bir taht olan vicdanı ayırmıştır.” Ancak ne yazıktır ki bu unutulmaz gerekçe, medeni kanunun 2000’li yılların başında değiştirilmesi sonucunda ilgili kanun metninden çıkarılmıştır. Türk Ceza Kanunu’nun 141 ve 142. maddeleri bir sosyal sınıfın bir başka sosyal sınıf üzerinde egemenlik kurmasının propagandasını yapmayı 1991’e kadar suç sayıyordu. Bu madde nedeni ile Türk aydınları geçmişte çok sıkıntılar çektiler. Aziz Nesin, Yaşar Kemal, İlhan Selçuk gibi birçok aydınımız işkencelerden geçirildiler, cezaevlerinde yattılar. 163. madde ise şeriatçı, dinci çalışmaları engelliyordu. Bu maddelerin ceza yasamızdan çıkarılması sırasında birçok aydınımız özellikle 163. maddenin kaldırılmasına karşı çıktılar. En başta Prof. Dr. Muammer Aksoy, 163. maddenin ceza kanunundan çıkarılmasına şiddetle karşı çıkıyordu. Muammer Aksoy 19 Mayıs 1989’da kurulan Atatürkçü Düşünce Derneği’nin kurucu genel başkanıydı. Milli petrol politikasının bayraktarıydı. Sevgili Aksoy, 163. maddenin düşünce özgürlüğü ile ilgisi olmadığını, eğer bu madde kaldırılır, dinci ve bu yoldaki çalışmalar suç olmaktan çıkarılırsa, ülkemizde şeriatın yolunun açılacağını, dinci görüşlerin ülke yönetimine geleceğini, bu durumun Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş anlayışına ve Türk devrimine aykırı olduğunu ileri sürüyordu. Aksoy, 31 Ocak 1990 günü Ankara’da evinin önünde alçakça bir saldırı sonucunda yaşamını yitirdi. Cenaze töreninde onun resmini taşıyan Uğur Mumcu onun için “kalpaksız Kuvayı Milliyeci” diyordu. 12 Nisan 1991’de TCK’nin 141 ve 142. maddeleri ile birlikte 163. maddesi de kaldırıldı. Anımsayacaksınız tam 22 yıl önce 2002 yılında ülkemizde, 2008’de Anayasa Mahkemesi kararı ile laiklik karşıtı hareketlerin odağı olduğu açıkça belirtilen AK Parti, ülkemizin yönetimini ele aldı, yani tek başına iktidara geldi. Geçen yıllarda bilhassa 2007’den sonraki süreçte devletin içinde her kademede tam bir kadrolaşma gerçekleştirildi. Hemen hemen tamamına yakını geçen yıllar içinde ele geçirilen yargı kullanılarak tüm kurumlar susturuldu, Cumhuriyetimizin, milletimizin ordusu denilen Türk Silahlı Kuvvetleri dahil hemen tüm kurumlar etkisizleştirildi. Dini uygulamalar giderek ilerleyerek yol aldı. 163. madde kaldırıldığı için 2023 seçimlerinde Hizbullahçı, şeriatçı bir parti maalesef TBMM’ye girdi. Sizlerde anımsayacaksınız Diyarbakır’da “Yaşasın şeriat” afişleri, Şeyh Sait’i öven afişler sokaklara asıldı. Çağlayan Adliyesi’nde şeriat yanlısı sloganlar attılar. Atatürk’e en ağır hakaretleri edenler özgür dolaşırken şeriatı eleştirenler gözaltına alındı. Gözaltı kararı kuşkusuz bir savcı kararıdır. Bizim savcılarımızın sanlarının başında cumhuriyet sözcüğü vardır. Yani savcılarımız Cumhuriyeti korumak görevindedirler. Atatürk’e hakaret edenleri görmezden gelirken şeriatı eleştirenleri gözaltına aldıran savcılar acaba hangi hukuk fakültesinden çıkmışlardır. Kaldı ki yasalarımıza göre şeriat suçtur. Şeriat din değil, dinci bir yönetim sisteminin adıdır. Atatürk’ün “Milleti mahveden, harap eden kötülükler hep din kisvesi altında gelmiştir” sözleri asla unutulmamalıdır.

Bir süredir ilk ve orta dereceli okullarımızda imamlar, tarikatçılar ders veriyorlar. Bunlar çoğu kez de ‘ahlak ve terbiye’ adına yapılıyor. Nietzsche, “Kim namus ve ahlak şövalyeliği yapıyorsa bilin ki en namussuzu odur” diyor. Son yıllarda ülkemizde ümmetçiliğin öne çıkarılması, demokrasi ve laikliğin geriletilmeye çabalanması en çok da emperyalizmin işine gelmektedir. Çünkü emperyalizm daima düşünen, tartışan değil, susan ve biat eden kullar arar. İlk ve orta dereceli Okullarımızda bilimsel yöntemler terk edildi. Dini söylemler gittikçe öne çıkarılmaktadır. Ancak kanaatim odur ki; Cumhuriyeti ve laikliği özümsemiş olan bizim toplumumuz kesinlikle şeriat istememektedir. AK Parti iktidarı ise laik Cumhuriyeti yıkıp yerine bir din devleti getirmek isteyenlere desteğini tüm gücüyle vermeye çalışmaktadır. Bence öyle inanıyorum ki; Ulusumuzun güvendiği devletimizin hemen tüm kurumlarının yönetici kadroları şeriata inanan, anayasayı tanımayan aymaz ve asalak kişilerin eline geçirilmeye çalışılmaktadır. Şu an için kurtuluş savaşını veren kadroların yaptığından başka bir yol kalmamıştır: Direnmek ve karanlığa, bağnazlığa, dinciliğe karşı bir savaş vermek en büyük mecburiyetimiz olmalıdır. 31 Mart Yerel Seçimlerinin hemen ertesinde şu an için belki de kimsenin aklına dahi gelmeyecek ama bana göre yaşamsal önem taşıyan bu konuda bir şeyler yazıp anlatmak yararlı olur diye düşündüm ve o yüzden buna dair sizlere bunları anlattım. Yarından itibaren 31 Mart yerel seçimlerinin Balıkesir’deki yansımalarına dair değerlendirmelerimi anlatmaya devam edeceğim…