Konunun daha iyi ve net anlaşılabilmesi için bugünkü yazımın ilk paragrafında hemen şu açıklamayı yapayım dilerseniz; “Hiç kuşkusuz, toplumsal yaşam içerisinde insanın düşünüş ve bakışını yansıtan duruşunun doğru biçimde anlaşılmasını engelleyen nedenler her zaman var olacaktır. İnsanın bunu ortadan kaldırması sahip olduğu olanaklar ölçüsünde olsa bile karşısındakinin algılama biçimi farklı gerekçeler üretmeye hazır karşı çıkışlarla yeni kutuplar oluşturup anlaşılmayı engelleme gücüne sahiptir. İnsanın elbette kendisine ait çerçevelenmiş belli bir bakışı vardır. Bunu farklı perspektiflerle genişletme olanağı olabileceği gibi başını kuma gömme misaliyle daraltma gücüne de sahiptir. O nedenledir ki; Algı dünyasının düşünüş ve bakış biçimi üzerinde etkili olması, insanın çerçevelenmiş bakışa mahkum olmasının bence en önemli gerekçesidir. İnsanın düşünsel bakışının şekillenmesinde yaşanılan çevre ve alınan eğitim formatının etkili olması onun dünya algısını da etkileyerek davranışsal yansımalara dönüşmesi olasıdır. İnsanın bu davranışsal durumu ise içinde hazırlanmış karşı çıkışları da barındırmaktadır. Çünkü sosyal çevrenin sunduğu modeller onun ne şekilde biçimlenmesi gerektiğini isteyen verileri doğal olarak içinde barındırmaktadır. Kuşatılmış sosyal yaşam alanında olduğumuzu inkar edebilmek asla olanaklı değildir. Buna rağmen sahip olduğumuz akıl yeteneğini kullanmaktan kendimizi yoksun bırakıp bırakmamak da kendi elimizdedir.”

Buraya kadar anlatmak istediklerim eğer bir parça da anlaşıldı ise lafı daha fazla uzatmadan sadede gelmek isterim elbette. O yüzden devam ediyorum anlatmaya; ‘siyasette rasyonel yani gerçekçi olanlar ve olamayanlar, rasyonel olmak istemeyenler ya da gerçekçi olmayı beceremeyenlerle rasyonel olmanın bir işlerine yaramayacağının farkında olan kimi siyasetçiler üzerine’ birkaç kelam etmek gerektiğini düşünüyorum. MHP’li dostlarım kusura bakmasın ama ‘örneklemeli açıklamalarıma’ onlarla başlamak istiyorum. Öncelikle şunu belirtmem gerekiyor; ‘MHP ne geçmişte ne de günümüzde kesinlikle rasyonel siyaset yapma, rasyonel siyaset yaparak başarılı olma iddiası içinde hiç olmamıştır, kanaatini taşımaktayım.’ Şöyle ki ülkemizin yakın siyasal tarihine baktığımızda Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’nin adını 1969’da Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) olarak değiştirerek merhum Alparslan Türkeş’in Genel Başkanlığa seçildiği günden bu yana adı üstünde daima bir ‘hareket’ misyonu üstlenmiş, bir ‘aksiyon ve reaksiyon partisi’ olarak ülke siyasal yaşamında yer almıştır. Yaşı benim gibi 50’sini çoktan geçmiş hatta 59'una ulaşmaya az bir şey kalmış olanlar gayet iyi anımsayacaklardır. 1970’ler de o dönemin MHP’sinin ülkenin ekonomik ve sosyal sorunları, iç ve dış ve politikaları yani Türkiye’nin rasyonel ya da daha doğru bir ifadeyle ‘Türkiye’nin gerçekleri’ üzerine hangi somut veya reel anlamda politikalar ürettiğini, çözüm önerileri getirdiğini açıkça ve samimiyetle söyleyebilir miyiz? O döneme dair benim anımsadığım, varsa yoksa ‘komünistler’ diye adlandırdıkları tüm solcuları, sosyal demokratları, sosyalistleri, demokratik solcuları susturma, sindirme, korkutma ve hatta ‘imha etme’ üzerine kurulu, adına o günlerde ‘cepheleşme’ denilen bugünlerde ‘kutuplaşma’ şeklinde tanımlanan çoğu zaman ‘şiddeti körükleyen’ bir zihniyeti ‘mutlak egemen kılma’ zihniyetinin mücadelesiydi bir bakıma MHP’nin o yıllardaki icraatları(!)

Kim anımsıyor ki, o yıllarda MHP’nin bozuk ekonomiyi düzeltme, yüzde 200’ler seviyesine çıkmış yüksek enflasyonu aşağılara indirme, toplumsal barışı sağlama, eğitim düzenini işler hale getirme ve benzeri ‘memleket meseleleri’ üzerine ‘reel olarak’ yani gerçekçi olarak çözüm önerileri ortaya koyduğunu, en azından söylem olarak çeşitli platformlarda dile getirdiğini, hatırlayanınız varsa, beri çıksın söylesin!

Bu yazdıklarımı okuyan MHP’li dostlar bana kızıp da “O dönemde Ecevit’in CHP’si yoksa Demirel’in AP’si mi veya Erbakan’ın MSP’si mi, memleket meseleleri üzerine rasyonel politikalar ve çözüm önerileri getiriyordu. O yıllarda herkes günü kurtarmanın biz ise memleketi kurtarmanın peşindeydik!” Diye bana karşılık verdiklerini duyar gibiyim. Ben burada, 50-55 sene öncesinin MHP’sini önce sorgulamak yargılayıp, mahkum etmek hatta onların deyimiyle ‘infaz etmek’ amacıyla yukarıdaki satırları yazmadığımı belirtmek isterim. Amacım, bugünün ülke siyasetinde ‘bir türlü rasyonel yani gerçekçi olunamayışı üzerine’ genel bir değerlendirmede bulunmak, siyasetin bir türlü neden rasyonelleşemediğini anlatmaya çalışmaktır. Benzer ifadeleri CHP’ye hatta bugün siyaset sahnesinde var olmayan diğer siyasal partilere dair de örnekleyip anlatabilirdim. Aslında geçenlerde benzer içerikte bir yazımın başlangıcındaki paragrafı eğer dikkatli okuduysanız şu satırlar aslında her şeyi çok net açıklamaktadır; “Düşünme eğilimi aynı zamanda çevrenin kuşatıcılığını yırtan ve doğru biçimde algılama oluşturmanın da bir tür kalkanıdır. Sosyal çevre ise bu durumu ‘fabrikasyon hatası’ olarak algılama eğilimi göstererek gerekli önlemlere başvurmaktan kaçınmaz. Eğer insan çevrenin oluşturduğu önlemlerin baskısına boyun eğerse süreç içerisinde kendisi olmaktan çıkıp formatlanmak istenen biçime dönüşür. Bu durum da malum çevrenin zafer ilanıdır. Oysa insanın aynı zaferi kazanabilmesi doğru biçimde düşünmeyi sağlayan akıl verisinden vazgeçmeyerek vicdani ile aklını birleştirmesiyle ancak mümkün olabilir. Vicdanın aklı devreye sokması için ‘maskelenmiş’ sosyal yaşamdan kaçınma ile değil, onun işleyiş biçimine odaklanmayı gerektirir. İşleyişin sakatlığını fark etmenin yolu da oluşturulan çarkın getiri ve götürü hesabından vazgeçmeyi zorunlu kılar. Bunu başarabilen insan çevre kuşatılmışlığını yırtar ve ‘özgür düşünme’ gücüne ulaşır!”

Şimdi hala var mı anlamayan varsa pes doğrusu!..