Gel de seninle kozumuzu paylaşalım cümlesini hemen hemen hepimiz duymuş, hatta söylemiştir de. Atalarımızın söylediği sözler kalıplaşarak deyim ve atasözü olarak günümüze kadar ulaşmayı başarmıştır.
Çoğu zaman aklımızın alamayacağı sayıda deyim ve atasözü ile karşı karşıya kalırız. Bunların büyük bir bölümünün anlamını bildiğinize eminim. Peki! Ortaya çıkış hikâyelerini hiç düşündünüz mü? İşte kozunu paylaşmanın hikayesi:

Kozunu paylaşmak
Kozunu paylaşmak deyiminin anlamı genel olarak aradaki anlaşmazlığı zora başvurarak, üstün güce dayanarak çözümlemek ve sona erdirmek manasında kullanılır. Koz eskiden ceviz anlamında kullanılan bir kelimedir. Kastamonu’da iki köyü arasında ortak paylaşılan bir cevizlik vardı. Ceviz hasadının mevsimi gelince bir gün belirlenir ve iki köy halkı cevizlikte buluşurdu. Toplanan cevizleri kendi aralarında paylaşılırdı. Ancak her seferinde haksızlık olduğu ileri sürülerek kavga çıkardı. Hatta olay öyle bir seviyeye geldi ki köylerde kavga müsait eli sopa tutan delikanlılar koz paylaşma gününden önce hazırlık yapardı. Bir anne oğlunun büyüdüğünü anlatmak için “Benim oğlan, kozunu paylaşacak çağa geldi” sözünü söyledi. O günden sonra bu söz deyim olarak kullanılmaya başlandı.

GÜNÜN FIKRASIYa 
Balkabağı Ağacı Olsaydı!
**Bir gün Hoca, köyüne dönerken ulu bir ceviz ağacının altına soluklanmak için oturmuş. Ağacın yanında balkabağı tarlası varmış. Hoca:
– Hey güzel Allahım, demiş, kavuğum kadar bal kabağının serçe parmağım kadar sapı var. Şu boylu poslu ağacın meyveleri eşeğin gözü kadar bile değil.
O böyle tefekkür ededursun, bir ceviz pat diye alnına düşmez mi? Alnı ceviz gibi şişmiş.
Hoca bir cevize, bir kabaklara bakıp:
– Güzel Allah’ım, demiş, sözümü geri aldım. Altında oturduğum ağacı ya balkabağı ağacı yapsaydın.

Hoca Bilgin olursa
**Hikâye bu ya, Akşehir'e yabancı bir bilgin gelmiş. Onu ağırlama görevini de Akşehir’in en yaşlısı ve en bilgin kişisi olarak Nasreddin Hoca’ya vermişler. Yenilmiş, içilmiş, gezilmiş sıra Hoca’nın bilginliğini ölçmeye gelmiş. Yabancı bilgin, elindeki değnekle yere bir daire, ortasına da bir çizgi çizmiş. Hoca, parmağıyla kendine doğru üç, bilgine doğru bir yapmış. Bilgin parmaklarıyla su atar gibi elini aşağıya doğru sallamış, Hoca da yukarıya doğru… Neyse bilgin, Hoca’yı yerlere kadar eğilerek selamlamış.
Ülkesine dönen bilgin, herkese Hoca’yı anlata anlata bitiremiyormuş. Diyormuş ki: – Daire çizdim. Ekvatoru gösterince, O, dünyanın dörtte üçü su, dörtte biri kara, dedi. Ben yağmuru sorunca hemen anladı, buharlaşmayı anlattı.
Tabi Akşehirliler de Hoca’ya yabancı bilginin neler yaptığını sorunca Hoca:
– Vallahi hiçbir şey anlamadım, demiş. Önce kocaman bir sini çizdi. Anlayacağınız baklava yiyelim, dedi. Tepsiyi ikiye böldü. Ben de yoo… yağma yok! Üçü benim, biri senin hakkın, dedim. Sonra eliyle fındık, fıstık serper gibi yaptı. Ben de tamam, dedim. Yalnız, parmaklarımı şöyle şöyle oynatarak odun ateşinde pişmeli, dedim. O da hepsini sen ye deyip yerlere kadar önümde eğildi!

GÜNÜN SÖZÜ
*Tanrı cevizi verir ama kabuğunu kırmayı sana bırakır. G. Büncher
*Tanrı bize cevizleri verir fakat kabuklarını kırmaz. Ernst Fischer
*Ceviz kabuğunu kırıp özüne inmeyen, cevizin hepsini kabuk zanneder. İmam   Gazali
*Felsefe; çürük cevizlerle dolu bir denizde sağlam cevizi aramaktır. Necip Fazıl Kısakürek