Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, geçen yıl göreve geldiği günden bu yana şimdiye kadar yıllarca ve de defalarca kez uygulandığı halde, kanımca başarı şansı pek olmayan para politikası yöntemlerini savunmaktadır. Ekonomimizin Bakan Şimşek’in öne sürdüğü ve savunduğu doğrultuda seyretmediği apaçık ortadadır. O yüzden bugünkü yazımda, bugünlerde yükseliş seyri biraz yavaşlamış gibi görünse de ‘salt enflasyonu değil’ enflasyonla birlikte bence tehlikeli biçimde kendini gösteren ‘stagflasyonu’ yani enflasyonun uygulanan sıkılaştırma politikaları sonucu ekonomik durgunluğa dönüşmesini ve bu gidişatın korkarım ki ‘resesyona dönüşebileceği’ bununda iktisadi anlamda çöküşe sebep olabileceği endişesinin kuvvetli bir olasılık olduğu gerçeğidir!..

İşte tüm bu nedenler göz önünde bulundurulduğunda makro düzeyde ve genel ekonomik istikrarı sağlamaya yönelik yapısal önlemlerin daima konunun uzmanları ve akademisyenler tarafından mutlaka tartışılması gerektiği kanaatindeyim. O nedenle konuya ilişkin İnternet üzerinden yaptığım araştırmalar sonucu bir gazetede Orhan Şener imzasını taşıyan bir makaleye ulaştım. O makalede enflasyonun kısır bir döngü olduğunu savunan Orhan Şener, konuya dair özetle şu görüşlerini öne sürmektedir; Turgut Özal’ın “Demiryolları Komünist sistemlerin yatırımıdır” Tansu Çiller’in “Son Komünist devlete artık son vereceğiz” Süleyman Demirel’in 1970’li yıllarda “70 sente muhtaç durumdayız” gibisinden sözlerini haykırarak söylerken öte yandan da “Büyük Türkiye” hedeflerini yüksek sesle seslendirmesi, daha öncesi süreçlerde Adnan Menderes’in “ Her mahallede bir milyoner yaratacağız, küçük Amerika olacağız” gibi slogandan öte geçmeyen iktisadi hedefleri, halkımızı kanımca kamu sektörünün çok büyük olduğu ve aynı zamanda gereksiz olduğu algısıyla adeta koşullandırmış oldu. Hala günümüzde bile çoğu politikacı ve akademisyen Türkiye’de kamu sektörünün çok büyük ve de gereksiz olduğunu savunabilmektedir. Oysa genel ekonomik istikrar; kaynak ayırımında etkinlik ve gelir dağılımı adaletinin sağlanmasıyla mümkündür. Makro ekonomik istikrar ise sürdürülebilir bir büyüme oranın, işsizliğin önlenmesinin, fiyat seviyesinde istikrarın yani enflasyon ve deflasyonun olmadığı durumları kast ve dış ödemeler bilançosu dengesinin sağlanmasını kapsar. Bu amaçlar arasında içsel ve dışsal ilişkiler olduğundan, hangisine öncelik verileceği önem taşır. Ayrıca, makro ekonomik istikrar ancak genel istikrarın sağlanmasıyla olanaklıdır.

Kamu ekonomisi biliminde bana göre öncelik; kaynak ayırımında etkinliğin sağlanmasına verilmelidir. Bunun anlamı ulusal gelirin kamu ve özel sektör arasında en uygun biçimde paylaşılmasıdır. Bunun ölçüsü ise kamu gelirlerinin ulusal gelire oranıdır. Bu oran Avrupa Birliği’nde yüzde 42 düzeyinde olup Türkiye’de ise Maliye Bakanı Şimşek’in de açıkladığı gibi yarısı kadar yani yüzde 21’ler düzeyindedir. Bu verilere bakıldığında Türkiye’de kamu sektörü gelişmiş ülkelerin yarısı kadardır. Böyle bir küçük kamu sektörü ile genel dengeyi sağlayacak ve yoksulluğu önleyecek eğitim, sağlık, toplu konut, toplu taşıma ve sosyal güvenlik gibi temel hizmetlerin yeterli kalite üretimi olanaksız görünmektedir. Bu temel hizmetler ayrıca özel sektörün üretim maliyetini önemli ölçüde düşürdüğünden ekonominin altyapı harcamalarıdır. Ölçek büyüklüğü ve doğal tekel konumları nedeniyle bu hizmetler ancak kamu tarafından sunulabilir. Bu nedenle özelleştirmeler ile eğitim, sağlık ve toplu taşımacılık gibi hizmetlerin özel sektöre verilmesi ülkemizde kaynak ayrımında kamunun etkinliğini ortadan kaldırmıştır. O nedenle öncelikle kamu gelirlerinin ulusal gelire olan oranı yüzde 21’den Avrupa’daki sosyal devletlerinde olduğu gibi, yüzde 50’lere çıkarılması gerekmektedir.

Orhan Şener söz konusu makalesinde öncelikle kayıt dışılığın, yeraltı ekonomisinin, aşırı vergi teşviklerinin, vergi iadelerinin ve vergisel afların kaldırılması gerektiğini savunurken sadece Ar-Ge yatırımları ve döviz kazandırıcı etkinlikler desteklenmesi gerektiğini ileri sürmektedir. Buradan devamla kamudaki her tür savurganlıkların ve yolsuzlukların önlenmesini, kamuda çok sayıdaki personelin gizli işsizliği ve verimsizliğini önleyecek liyakat sistemi uygulanması gerektiğini, yapılan kamu yatırımlarında sosyal fayda ve maliyet kriterlerine ve önceliklere göre planlama yapılması gerektiğini kaydeden Orhan Şener konuya ilişkin görüşlerini özetle şöyle ifade etmektedir; “Almanya’nın 30 yıl boyunca başarıyla uyguladığı ‘genel servet vergisi’ uygulanarak hem vergi gelirlerinin ulusal gelir oranı iki katına çıkarılırken savurganlıklar ve rüşvet olayları da önlenecektir. Böylece, kamu hizmetlerinin yeterli kalite ve seviyede yapılabilmesi olanağı yaratılarak özel sektörün de verimliliği artacak, gelir dağılımı iyileşecek ve enflasyon kontrol altına alınacaktır. Eğitim, sağlık, toplu taşıma, sosyal konut ve sosyal güvenlik hizmetleri kamuca etkin biçimde üretileceğinden yoksulluk sorunu da çözülecektir. Çünkü bu hizmetlerin aile bütçelerindeki payı yüzde 80 kadardır.”

Maalesef bir ferdi olduğumuz toplumumuzun önemli bir kesiminin ‘akıl tutulmasının aymazlık halini yoğun biçimde yaşamasından dolayı’ dikkat ederseniz eğer; köşe yazılarımda bu sıralar sıkça yer vermeye başladım. Bunun nedeni gayet açıktır. Örneğin bugünkü ‘enflasyon, stagflasyon ve resesyon’ konularını içeren genel ekonomiye akademisyen gözüyle farklı bir bakış ana temalı ‘derleme’ yazımdır. Bu yazdıklarımı birazcık anlayanlar bir adım öne çıksın yahut elini kaldırsın veya bana özelden yazsın!...