Hangisi, diye soracak olursanız. Geçenlerde Cumhuriyet gazetesindeki sütunlarında Ali
Sirmen’in okurlarıyla paylaştığı Yiğit Okur’un kaleme aldığı Atatürk yazısı..
Geçen Çarşamba 10 Kasım’dı. Atatürk’ün 83. ölüm yıldönümüydü. Ebediyete akıp giden her
10 Kasım’da, içimi kaplayan hüzün ve de kasvet ertesi 10 Kasım kadar sürüp gidiyor. Sonra
yine tekrardan başlıyor. O nedenle buradan itibaren sözü, Ali Sirmen aracığıyla Yiğit Okur’un
kaleminden en güzel Atatürk yazılarından biri olarak benimde nitelendirdiğim ve
değerlendirdiğim o yazıya bırakıyorum;
Her 10 Kasım, bir öncekine oranla umutsuz özlemler listesini uzatarak gelip, delip geçiyor.
Her 10 Kasım’da daha da artıyor sıkıntım ve yalnızlığım. 1960’lı yıllardan bu yana idolüm
olan dostum, şair, yazar, oyuncu Yiğit Okur’un kısacık bir yazısını okuyarak içimi ısıtıyor ve
sızımı tazeliyorum. Bu kısacık yazı, bana göre şimdiye kadar Atatürk konusunda yazılan en
yapmacıksız, en sade, en güzel yazıdır. Daha önce bu sütunda sizinle paylaştığım bu yazıyı
bugün bir kez daha birlikte okuyalım. İçinde bulunduğumuz şu ortamda yapay, şişirme
olmayan, inkâr, kin ve hamakattan uzak içten bir esintiye o kadar çok ihtiyacımız var ki...
Söz artık Yiğit Okur’un: 1881 Madeleine Meydanı’nda, Bir Güz Öğlesi, Sağımda Madeleine
Kilisesi, karşımda Cerruti mağazası, önümde sıska bir akordeoncu, üstümüze eğilmiş güz
çınarları. Boş bir kahve terasındayım. Sabahımsı duran, ıssız bir öğle saati. Üstü kapalı bir
kamyondan, kamyon büyüklüğünde bir kristal ayna iniyor. Dört kişi taşıyor aynayı.
Madeleine Kilisesi aynaya düşüyor, Cerruti mağazası aynaya düşüyor, yapraklar aynada
uçuşup üşüşüyor, akordeoncu aynada, sesler aynaya yansıyor. Aynada tanıdık bir yüz...
Kimdi, kimdi bu? Bilinç ürpertiyle geliyor. Ayna aynadaki benle benim aramda duruyor.
Dört kişi aynayı yandaki mağazaya sokuyor. Her şey yerli yerini buluyor. Güz çınarları
toprağa dikey, güz yaprakları yerde, akordeoncu önümde. Şarkı sürüyor, sürükleniyor.
Karşımda Cerruti mağazası, taş yapı. Katları sayıyorum: bir, iki, üç, dört. Sıkılıyorum. Bir kez
de yukarıdan aşağıya sayıyorum. Dört, üç, iki, bir... Birinci katta pirinçten bir levha üstünde
bir tarih 1881. Birden ilkokul çağına kadar uzanan bir çağırışım. Şöyle
bellemiştik: ‘Selanik’te bir gümrük memurunun oğlu olarak 1881’de doğdu. Adını Mustafa
koydular. Küçük Mustafa dayısının çiftliğinde kargaları kovalarken...’ Haa demek ki aynı
tarihte dede Cerruti bu mağazada siyah saten giydirilmiş, silindir şapkalar, derin yırtmaçlı
uzun jaketataylar, sapı gümüş, boyu kısa jokey kamçıları, kenarları dantelalı pantolon
kemerleri satıyordu. Hey gidi Cerruti!.. Hey gidi Mustafa!.. Hey gidi bizler!..”
Yazı bu kadar. Yiğit Okur da,1 Ocak 2016’da umutsuzca özlenenler kervanına katıldığına
göre, bizim için artık söylenecek ne var? Hey gidi Cerruti... Hey gidi Mustafa... Hey gidi Yiğit
Okur.. Hey gidi bizler!..
EN GÜZEL ATATÜRK YAZILARINDAN BİRİ

Yorumlar
Yorum Yazmak İçin Tıkla
Yorum yapın