Türkçe yazınca önemsemeyenlere, İngilizce yazımca belki(!) önemserler diye "Ekonomi daima önemlidir!.." deyişini İngilizce yazmayı tercih ettim. Umarım maksat hasıl olmuştur.
Devlet yönetiminde siyaset öncelikli gibi görünür, ekonomi geri planda kalmış ve pek önemsenmiyormuş gibi algılanır ama gerek siyaseti yöneten ve yürüten gerekse toplumu ayakta tutan asıl ana unsur ekonominin ta kendisidir. Bir ülkede sanayinin gelişip büyümesi, buna bağlı olarak ulusal gelirin büyüme oranı ve toplumda farklı kesimlerde dağılımı ulusal barış ve toplumsal yaşamın vazgeçilemez ana temelidir. Bu pencereden baktığımızda, çoğunlukla ülkelerde yaşanan siyasal olayların ya da gelişmelerin toplumların ekonomiyi net olarak algılamasına engel oluşturduğu görülmektedir. Örneğin; Ülkemizde devamlı ve tehlikeli biçimde yükselen cari açık, stajyerler ve torpilli vasıfsız elemanlarla örtülmeye çalışılan işsizlik, eğitim alanındaki zafiyet ve halkın ciddi olarak güveninin sarsıldığı adalet sistemi yaşadığımız sorunlar örnek olarak gösterilebilir. Dahası hemen her gün gazetelerin üçüncü sayfalarına yansıyan toplumsal cinnet olaylarını salt eskiden beri olagelen olayların günümüzde medyaya daha sık yansıması şeklinde asla geçiştiremeyiz. Kısacası, siyasi yapıyı korumaya yönelik siyaset anlayışına paralel olarak artan ve körüklenen kutuplaşma ve bu türden izlenen politikalar toplumu derinden yaralamaktadır. Güvenli seçim demokrasinin ilk ve vazgeçilmez koşuludur. Ancak bu yürüyüş sırasında demokratik kurum ve kurallarla siyasetin denetlenmesi de seçimlerin meşruiyetini güçlendiren ikinci vazgeçilemez koşuldur. Siyaset ile ekonomi arasındaki yakın bağ, gelişmiş demokratik ülkelerde farklı oluşurken, gelişmekte olan çevresel konumlu ülkelerde ise birinci gruptakilere göre çok daha farklı ve maalesef ters yönde oluşur. Küresel anlayış önceliğine dayalı olarak ekonomik durgunluğunu aşmaya çalışan gelişmiş batılı ülkeler, çatışma ve savaşlarda dahi çevresel konumlu az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelere her türlü siyasi ve ekonomik dayatmayı yapabilmektedirler. Üstelik bu gelişmiş lider konumlu ülkelerin çevresel konumlu az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelere dayattığı siyasal veya askeri programlar olağanüstü anlaşılır ve masum zarflar içinde sunabilmektedir. Nitekim sunuldu da…
Bu duruma en tipik bir örnek olarak, çevresel ekonomileri işgale yeltenen merkez sermayenin, söz konusu ülkelerde işsizliğe çare olunacağı, cari açık sorununa çözüm oluşturulacağı, hatta o ülkelere teknoloji transferi yapılacağı gibi akıl almaz savlar ileri sürmesi gösterilebilir. Büyük bir imanla ve hiçbir itiraz geliştirmeden küreselleşme politikalarını 1980'lerin sonundan beri uygulamış olan Türkiye’de cari açık sorunu çözülebildi mi, hayır çözülemedi. Aksine dönemler itibarıyla arttıkça arttı. Ya da işsizlik sorunu çözülebildi mi, yine ‘HAYIR’ yanıtı verilmesi kaçınılmaz olan bir durum bugünlerde de sürmektedir. Dahası Türkiye'de teknolojik atılım mı yaşandı elbette hayır!..
Lütfen anımsayınız; 1990'lardan beri gelmeye başlayan yabancı sermaye, çoğunlukla yapılan özelleştirmeler sayesinde ya kullanıma hazır, kar eden kuruluşları dayattığı fiyattan aldı veya iktisat literatüründe 'serseri kaynak' olarak tanımlanan finansal alana gelip, ülke ekonomisi aleyhine yüksek faizler elde etme yoluna gitti. Demek sorun başka yerdeydi ve ne yazık ki bu sorun hala devam etmektedir. Bu kısa ama hazin öyküden de anlaşılmaktadır ki, ortaya çıkan çelişki göstermektedir ki, gelişmiş lider konumlu ülkeler siyaseti, kendi ekonomilerini ayağa kaldırmak için kullanırken, bu türden siyasi manevraları kaba deyimle yutan yani aldatılıp, kandırılan bizim gibi çevresel ekonomiye dayalı az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkeler ise neye hizmet ettiğini dahi anlayamadan ekonomik sorunlar yumağına dalabilmekte ve beyhude biçimde on yıllardır uğraşıp durmaktadırlar…
Günümüz manzarasına iktisadi pencereden bakıldığında kanaatim odur ki; Faiz silahını kullanarak, 'tedrici erime' yani aşamalı olarak erime sürecine girme pahasına sınırlı da olsa hala dış kaynak çekebilmeyi başaran Türkiye, bir şekilde yoluna devam edebilmenin çaresini aramaktadır. O yol asfalt değil ama bulabildiği taş, toprak ve de daracık patika yollarda pabuç eskitmektedir. Ancak küresel yarışta mutlak biçimde yol almak hiçbir ülkeye hele ki Türkiye gibi bir ülkeye hiç yetmediği gibi, gelişmekte olan bize benzer ekonomiler açısından olağanüstü biçimde yanıltıcı olabilmektedir. Gelişmekte olan ekonomilerin ekonomik istatistiklerinin mutlak rakam ya da değerlerle verilmesi fazla bir anlam ifade etmez, yeter ki, hedeflenen boyutlara ulaşılmış olsun ama…
Ama'sı şudur, bu denli israf ve kaynak savurganlığının sonunda iktisadi açıdan müflis aşamasına geldiğimiz hatta o aşamayı biraz da olsa geçtiğimiz ortadadır. Bu vahim durumun ne üstü örtülecek ne de gizlenecek hiçbir tarafı da kalmamıştır!..
Yorum yapın