EKONOMİK SORUNLARA CİDDİ YAKLAŞIMLAR

AKP İktidarı; ekonomide işlerin düzeleceğini söylese de ekonomik göstergeler
umut vermediğini artık herkes biliyor. Hayat pahalılığı, işsizlik, yoksulluk halkın
belini öylesine büküyor ki, başka hiçbir konu, gündemde öne çıkamıyor. 20 yıllık
iktidarın, ekonomi politiğe ilişkin tercihleri değişmeyeceğine göre, üretime,
yatırıma, ihracata, istihdama ilişkin köklü, kapsamlı bir atılım beklemek de
gerçekçi değildir. Kaldı ki ekonominin tüm taraflarını, işçiyi, köylüyü, çiftçiyi,
üreticiyi, tüccarı, esnafı, sanayiciyi üretim ekonomisi için seferber etmeden,
ulusal öncelikleri doğru ve gerçekçi biçimde sıralamadan, toparlanmamız da
olanaksızdır. Çünkü sorunlarımız yapısal boyuttadır. Oysa Türkiye’nin
geçmişinde başarılı olduğu bir ekonomik model vardır. Dahası, Cumhuriyetçilik;
başka türlü bir ekonomiyi benimser durumdadır. Özgürlüğe, eşitliğe,
bağımsızlığa dayalı bir toplumsal yapının, sadece hukuk devletiyle, adaletle
sağlanamayacağını, mutlaka sosyal devletin, eğitim başta olmak üzere fırsat
eşitliğinin zorunlu olduğunu bilir. Sanayileşme iddiası, planlama çabası,
bütüncül kalkınma hedefi işte bunun içindir. Büyük önderimiz Mustafa Kemal
Atatürk’ün, devrim programının altı okundan ikisi, ekonomiyle doğrudan
ilgilidir: Bunlar halkçılık ve devletçilik ilkeleridir. Büyük Atatürk; ekonomiyi
öylesine önemsemiştir ki, 1923’te, İzmir’de yapılan Birinci Türkiye İktisat
Kongresi’ni, Lozan’ın imzasından ve Cumhuriyetin ilanından önce toplamıştır.
Kongrede alınan kararlar, günümüzde de geçerlidir, günceldir. Örneğin, devletin
ekonomideki etkinliği, özel sektör tarafından kurulamayan işletmelerin,
devletçe kurulması, sanayileşmenin özendirilmesi, milli bankalar, ulusal
sanayicinin dış rekabete karşı korunması, hammaddesi ülkemizde yetişen veya
bulunabilen sanayi dallarına öncelik verilmesi, demiryolu yapımının
hızlandırılması, yabancıların iç pazarda tekel olmasının önlenmesi, işçilere
sendika hakkı tanınması gibi temel politikaların hayata geçirilmesidir.
Ekonomide 1929’da yaşanan büyük buhran sonrası, ekonominin rotasını o
günün koşullarına göre yenileyen Atatürk’ün toplumcu, kamucu, halkçı,
devletçi, planlı iktisat programı, ilerleyen yıllarda Batı’da, bazen “sosyal piyasa
ekonomisi” bazen “karma ekonomi” olarak hayata geçmiştir. Üstelik “Her
fabrika, bir kaledir” diyen ulu önder Atatürk ve O’nun kurduğu genç Türkiye
Cumhuriyeti “ekonomi devleti” olarak batılı devletlerce tanımlanmış ve kabul
görmüştür. O nedenle Atatürk’ün ekonomik görüşleri, sadece ekonomik
bağımsızlığın değil, siyasi bağımsızlığın da güvencesidir. Aslına bakarsanız, gayet
karlı, verimli, üretken yönleriyle öne çıkan, vergi rekortmeni olan, istihdam
yaratan, katma değeri yüksek kamu iktisadi teşebbüslerinden (KİT) vazgeçmek,
aynı zamanda siyasal bağımsızlığının güvencesi olan kurumlardan da

vazgeçmektir. Aynı biçimde yurttaştan, bağımsızlıktan, ulusal güvenlikten de
vazgeçmektir. Özelleştirmelere karşı çıkan yurtsever aydınlar, emekçiler,
sendikacılar, iktisatçılar, siyasetçiler bunu ısrarla yıllar boyu vurgulamış, fakat
seslerini yeterince duyuramamışlardır. Özellikle iletişim ve enerji gibi stratejik
sektörlerdeki kamu varlığının tasfiyesi, KİT’lerin bazen arsa bedelinin altında,
bazen birkaç yıllık kazancı karşılığında, haraç mezat elden çıkarılması, halkımızı
yabancı tekellerin, çokuluslu şirketlerin insafına terk etmiştir. Kısacası,
Cumhuriyetçi kalkınma modeline, kamucu, toplumcu, halkçı iktisada sırtını
dönmenin sonuçlarıdır yaşadığımız tüm bu sorunlar. Ne yazıktır ki, halkımız, bu
yanlış tercihin ağır sonuçlarına daha uzun yıllar katlanacak görünmektedir..