EKONOMİK KRİZ Mİ DEDİNİZ?

Bayram tatili uzun olunca İstanbul’un yarısı İstanbul’u terk etti. İstanbul'da kalanlar ise İstanbul’un keyfini sürdü. Tarihi, doğası, denizi ve muhteşem güzellikleriyle dünyanın en güzel şehri olmayı hakkeden İstanbul'umuz. İstanbul’un içinden trafiği çekin alın karşınıza eşsiz ve doyumsuz bambaşka bir şehir çıkar. Fırsat bu fırsat ben de İstanbul'u terk edenlerdendim. Ülkemin en az İstanbul kadar güzel olan Ege’de soluğu alıyoruz. Dostlarla biraz yenilenmek, biraz enerji toplamak biraz da gözlem yapmak adına hep bir aradayız. 

Ege’de olmak demek, Midilli adasına karşı güneşi batırmak demektir. Eşsiz gün batımı manzarası eşliğinde dostlarla sohbet almış başını gidiyor. İlk önce sohbete seçimlerden dem vurarak başlıyoruz. Önce siyasi liderlerin kulaklarını çınlatıyoruz. Herkes, seçim kritiğini yaparken parti liderlerinin beğendiği ve beğenmediği yönlerini sıralıyor. Muhalefetin hataları ve başarısızlığı konusunda hem fikiriz.

Hepimizin hem fikir olduğu konu “Ne olacak bu memleketin hali” başlığı adı altında birleşiyor. Ardından dövizden, akaryakıttan, artan maliyetlerden dem vuruyoruz. Herkes döküyor içini, bir bıkkınlık bir acizlik bir boş vermişlik almış başını gidiyor.

Ülke ekonomisinde söz sahibi şirketleri olan arkadaş dert yanıyor: “asgari ücretteki artışı eleştiriyor. Çalışanlarının maaşlarını ödemekte zorlandığını, vergi yükünün altından kalkamadığını anlatıyor. Sonra da bizi misafir ettiği Yatından bahsederek “iyi ki bu yatı almışım kafamı dağıtıyorum fırsat buldukça kaptana Ege’ye çek diyorum” diyerek bu değişimin kendisini fazlasıyla mutlu ettiğinin altını çiziyor. 

Ülke ekonomisinde söz sahibi, tarım arazileri çiftlikleri, mandıraları olan arkadaş söze giriyor. Önce; Devlet teşviklerinin yetersizliğini anlatıyor. Gübre ve tohumun pahalılığından ve temin edememekten yakınıyor ve içten bir ah çekiyor. “Yarım asırdır hayvancılıkla uğraşıyoruz hiçbir zaman bu kadar zorluklarla karşılaşmadık.” Diyerek maliyetlerin artışından yakınıyor. Ardından ailecek gidecekleri Avrupa tatiline sözü getiriyor. Venedik’te kalacakları otelin mimarisinden, Güney Fransa’da Nice sahilindeki restoranın kalitesinden bahsediyor. Her insanın orada yemek yiyemeyeceğinin de altını çiziyor. 

Ülke ekonomisinde söz sahibi sanayici arkadaş başlıyor anlatmaya. Hammadde temin etmede büyük sıkıntı çektiklerini söylüyor. Faizin ve dövizin değişkenliğinin kendilerini olumsuz yönde ne denli etkilediğini, bankaların kredi konusunda zorluklar çıkardığını belirtiyor. Sonra; Sanayi kuruluşlarında istihdam sağladığı işçi sayısını 4 haneli rakamlarla telaffuz ediyor. Sanayi ürünlerinin İhracatını gerçekleştirdiği ülke sayısının da küçümsenmeyecek kadar fazla olduğunu altını çiziyor.  

Evet sohbet ettiğimiz dostlar ülke ekonomisine yön verenlerden. Kendimiz ediyor kendimiz buluyoruz. Malları ucuza gitmesin diye tonlarca patatesi, soğanı, domatesi piyasaya sürmeyip çürümeye terk edenler. En küçük dalgalanmada etine, sütüne, yumurtasına günlük zam yapanlar. Çiftçinin, Arpasını buğdayını, fındığını üç kuruşa kapatıp yurt dışına 100 katı fazla fiyata satanlar. Siz de yakınıyorsunuz ya vah benim gariban işçime emeklime. 

Biraz ülke olarak dirensek, birlik olsak, Elele gönül gönüle versek fırsatçıları içimizden söküp atsak aydınlık ve güneşli günler göreceğiz. Bu bayramda da bakın bakalım Türkiye yollarına, akaryakıtın 25-30 TL bandında olmasına rağmen adım adım trafikte ilerleyemiyorsunuz. Bakın bakalım tatil beldelerine tüm rezervasyonlar dolu otellerde yer bulamıyorsunuz. Bakın bakalım AVM’lere kasalarda kuyrukların sonu görünmüyor. Zengini de fakiri de ağlıyor dert yanıyor. Kimse keyfinden zevkinden lüksünden ödün de vermiyor. Bu ülkede kriz, pahalılık, geçim derdi olduğu falan da yok. Kimse bana hikâye anlatmasın ben gözümün gördüğüne inanırım. 
Sağlıcakla…
Damga gazetesinden alıntıdır.