Dokuz Eylül itibariyle 2024-2025 eğitim ve öğretim yılına başladık. Yaklaşık 19 milyonu aşkın öğrencimiz, hayat merdivenlerinde hedeflerine ulaşmak için bir basamak daha yukarı çıkmak için çabalayacaklar. 1 milyonu geçkin öğretmenlerimiz ise onları hayata hazırlamanın mücadelesini verecekler.
Eğitim ve öğretim hayatına yeni başlayan çocuklarımız, okul hayatına alfabenin A harfi ile başlarken, lise son sınıfa gelmiş öğrencilerimiz orta öğretim hayatlarını alfabenin Z harfiyle sonlandıracaklar. Bu süreçte başta öğretmenlerimiz olmak üzere aile ve toplumunuza önemli görevler düşüyor. Her yıl değişen müfredat ve eğitim sisteminde öğretmenlerimiz ve öğrencilerimiz adaptasyon sorunu yaşamaktadırlar. Gereksiz bilgi kirliliği, ilimle ve bilimle alakası olmayan, dayatmacalarla müfredata sokulan dersler öğrenim hayatımızı geriye götürüyor.
Eğitim ve öğretim ticarete dönüştü
Eskiye baktığımızda, şimdiki jenerasyondan daha bilgili daha bilinçli bireyler yetiştiğini görebiliyoruz. Eskiler bilirler bir üst sınıfa geçtiğimizde, eski ders kitaplarımızı alt sınıflardaki öğrencilere vererek onlara maddi katkı sağladığımız yıllardan, müfredat değişimi ile her yıl öğrencilerimizi yeni ders kitapları almaya zorlayan bir sistem görmekteyiz. Öğrencilerimizin eğitim ve öğretim hayatı ticari bir platforma dönüşmüş durumda. Ders kitaplarında ne kadar devlet katkısı olsa da öğrencilerimiz yardımcı ders kitaplarına mecbur bırakılmış durumda.
Okul içerisinde şiddet ve madde satıcıları nasıl önlenecek?
19 milyon öğrenci ve onları hayata hazırlamak adına mücadele eden eğitim neferleri öğretmenlerimizi nasıl koruyacağız? Öğretmenler öğrencileriyle ve birbirleriyle kaynaşacak, aileler alışacak, idareciler yeni yüzlerle tanışacak her yıl olduğu gibi bu döngü devam edecek. Ama hepsinde bir tedirginlik, bir endişe ve bir korku var. Endişe duymakta haksız da değiller. Geçmiş yıllarda yaşadığımız, öğrencisi tarafından öldürülen öğretmenlerimiz, öğretmeni tarafından darp edilen, tabiri caiz ise falakaya yatırılan öğrencilerimiz okul içinde şiddetin birer göstergesidir.
Sadece bu mu? Değil tabii ki; asıl en büyük tehlike okul çevresinde. Gençliğimizi uçuruma sürüklemenin en basit yolu madde kullanımına alıştıran uyuşturucu satıcıları. Okul önlerini mesken tutmuş mantar gibi çoğalan zehir tacirlerine karşı devlet nasıl bir önlem alacak? Simitçi, dilenci ve sıradan vatandaş kılığına girmiş kolluk görevlileriyle bu işlerin yürümediğini hepimiz görüyoruz. 75 bin 19 Devlete ait ve 14 bin 281 özel sektöre ait okullarda öğrenci ve öğretmenlerimiz nasıl korunacak?
Öğrencilerimiz yarış atı değildir
Yeni eğitim ve öğretim yılında en büyük sorumluluklarından birisi de ailelere düşüyor. Bizim toplumuzda başarısızlığı kabul etmeme, başarıya odaklı bir ego sistemi var. Çocuğumuz teşekkür ya da takdir aldığında yere göğe sığdıramıyoruz. Karne zamanı sosyal medya takdir ve teşekkür resimleriyle dolu oluyor. Konu komşuya belgeler elimizde hava atıyoruz. Notları düşük olan evlatlarımızı başarılı olanlarla kıyaslayarak eğitim ve öğretim hayatından soğutuyoruz. Başarı her dersten “pekiyi” ile ölçülemez. Çevremiz üç üniversite bitirmiş sokakta boş gezen gençlerimizle dolu. Bir kenara bırakalım çocuklarımızı birbirleriyle yarıştırmayı. Başarıyı devlete, millete ve topluma yararlı bireyler yetiştirmekte arayalım. Başarıyı güzel ahlakta, tevazuda ve insanlıkta arayalım. Beş yabancı dil öğrenip insanca dilini konuşmayı öğrenemedikten sonra neye yaradı bizim bol “pekiyi” karnelerimiz.
Sağlıcakla...
Damga gazetesinden alıntıdır
Yorum yapın