Koku, önemli bir duyumuzdur. Koku deyince çiçekler, parfümler aklımıza gelse de aslında tüm canlıların ayırt edici özelliklerinden biridir. Çünkü her bir insanın kendine ait bir kokusu vardır ve kişiye özeldir. İçinde bulunduğu psikolojik durum, yediği içtiği besinler, çevre bu kokuya etki eder. Korkmuş bir insanın vücut kokusuyla, mutlu olduğu haldeki kokusu farklıdır. Biz bu koku alma hassasiyetimizi kısmen kaybetsek de hayvanlarda devam etmektedir. Koku aslında çok önemli bir haberleşme aracıdır. Bitkiler, hayvanlar da bu gizli dili kullanırlar.

Hitit, Sümer, Selçuklu, Osmanlı’da da kokulara çok önem verilmiştir.

Antik Mısır'da kokular çok kullanılmıştır. Nefertiti yasemin kokusu ile banyo yapar, halkın arasına karışmadan önce vücudunu Amber ve Sandal ile ovdururmuş. Böylece halkına güven ve eminlik mesajı verirmiş. Ardıç, mitolojide Sirius enerjisini temsil etmektedir. Kadim uygarlıklarda arınma, eski anılardan arınmak için Ardıç tütsüsü yakarlarmış. Damıtma teknolojileri olmadığı için bitkileri ezerek kullanırlarmış. Asurlularda, niyetinin olup olmayacağını anlamak için tanrılarına özel bir ritüelle Ardıç tütsüsü yakarlarmış. Şamanlar da Ardıç’ı ayak altlarına sürermiş. “Ben gittikçe işim peşim sıra gelsin” demekmiş. Selçuklularda da kötü etkilerden kurtulmak için Ardıç yakarlarmış. Akgünlük Mezopotamya’da rehber rüyalar görmek için kullanılırmış. Asur, Truva, Selçuklu, Sümer, Mısır’da da çok kullanılırmış. Mür kokusu ise Akgünlük ile birlikte yakılırmış. Mür arınma olarak kabul edilirmiş. Mumyalama işlemlerinde de ruhu korumak için Mür tütsüsü kullanılmış.

Gül çok önemlidir ve frekansı en yüksek kokudur. Antik çağlarda aşkın, güzelliğin sembolü olarak kabul edilmiştir. Romalı askerler sefere gitmeden o topraklara gül fidesi ekerlermiş, eğer gül fidesi yeşerirse o toprakların bereketli topraklar olduğuna inanır, işaret kabul ederlermiş. Yastıklara konulan lavanta kokuları uykuya dalmayı kolaylaştırırmış.

İslamiyette ve Tasavvuf ta da güzel kokular çok önemlidir. Gül bahçeleri sık sık karşımıza çıkar. Gül suları ve amber, kullanılan en önemli kokulardır. Evliya Çelebi, Diyarbakır İpariye Camii inşa edilirken harcına misk tozu eklendiği, sabah gün doğumundan sonra güneş çıkarken etrafa güzel kokular yayıldığını ve caminin çevresinden geçenlerin etkilendiğini söyler. Peygamberimiz kokulara çok önem verdiği için koku kutusunun bir ismi bile varmış. “Sükke” adını verdiği bu kutuda çoğunlukla kullandığı 4 koku bulunurmuş. Bu kokular gül, ud, misk, ambermiş. Kelime-i şehadet ile sağ avucunun içine sürdükten sonra sırasıyla sakalına, kaşına, saçına, şah damarına sürermiş. Ayrıca misk, kafur, amber, ud ağaçlarının yongalarını yakıp çıkan güzel kokulu dumanla evi tütsülenirmiş.

8.yüzyılda Selçuklu’da kokuya önem verdikleri için tütsülükler bir sanat eseri gibi yapılmış. Bizans’ta koku yağları satılmaktaymış.

Osmanlı’da kız istemeye giderken zambak kokusu götürülürmüş. Bu “kızınıza talibiz” anlamına gelirmiş. Kız tarafında karanfilli şerbet ikram edilirse “buyurun gelin” anlamına gelirmiş. Adeta kokularla anlaşırlarmış.

Dünyada şu an koku, parfüm sektörü çok ileri gitmiştir. Çok güzel, çok özel parfümler popülerliğini korumakta...

Dünyanın en pahalı parfümünü de sürseniz bir bebeğin doğduktan sonraki “cennet kokusu” dedikleri o kokuyu bulamazsınız. Bebek, anne karnındaki ve doğduktan sonraki o güven ve şefkat kokusunu annenin kokusundan başka hiçbir şeyden alamaz. Bir baba, çocuğunun doğumunu beklerken salgıladığı hormonları bir daha hiçbir olayda salgılayamadığı için, bebekle ilk tanıştığı anda ona hissettirdiği güveni, bütünlüğü, babalığı hiçbir kokuyla veremez.

Bize verilen bu duyumuzun önemini bilerek, kokuları bilinçli olarak kullanırsak düşünce ve hayatımızda farklı kapılar aralamış oluruz.

*Kaynak:Bihter Türkan Ergül-Tiyrus KokuUygarlığı